Son günlerde Cumhurbaşkanı’nın yapmış olduğu konuşmaların arka planından, Dışişleri Bakanı’nın beyanatlarından ve bazı üst düzey Dışişleri yetkilileriyle olan görüşmelerden Suriye konusundaki izlenimlerimi ve ulaştığım sonuçları bu yazıda paylaşmak istiyorum. Tüm detayları doğru yorumlayamamış olabilirim ancak izlenen politikanın hem gerçekçi hem de sağlam temellere dayandığı kanaatindeyim. Öncelikle Ankara, başarıyı sahiplenmekten belirgin bir şekilde kaçınıyor ve değişimi Suriye muhalefetinin kararlılığına, rejimin içsel çöküşüne ve rejime destek verenlerin zayıflığına bağlıyor. Bununla birlikte, kendine atfedilen rollere karşı bir memnuniyet ve gurur taşıdığı açık. Yardım için de hazırlıklılar. Şu anda Şam havaalanının normal uçuşlara açılması adına bir proje geliştirilmiş durumda. AFAD, Kızılay, TİKA gibi kuruluşların temsilcileri Suriye’ye gitmiş bulunmakta. Çok yakında Dışişleri Bakanı Fidan’ın da Şam’a gitmesi bekleniyor ve burada çeşitli temaslarda bulunacak. Görünüşe göre, Türkiye kendi tecrübelerini Suriye ile paylaşarak, devletin inşasına katkı sağlamak istiyor. Uygulanan ambargo ve yaptırımların sona ermesi, yeni rejimin dünya tarafından tanınması, ekonominin düzelmesi, halkın belli bir huzura kavuşması ve ülkenin yaralarının sarılması için çaba sarf edecekler. Ancak Ankara, Suriye’nin ekonomik ve politik ayağını yalnızca kendi desteği ile ayağa kaldırabileceğini bilmekte. Bunun için öncelikle zengin ve nüfuslu Arap ülkelerini, ardından da uluslararası toplumdan Suriye’nin yeniden inşası için destek bekliyor. Avrupalı ve Amerikalı diplomatların yeni rejimle irtibatlarını olumlu karşılıyor ve HTŞ ile ilgili şüpheleri anlayışla karşılıyor gibi görünüyor. Bunun yanı sıra, Rusya, İran ve BAE’nin farklı yollarla oyun bozanlık yapabileceğinin farkındalar. Bu ülkelerin çıkarlarını gözetmek gerektiğine inanıyorlar ve görünüşe göre bu çıkarları korumaya çalışıyorlar. İran güçlerinin ülkeden sağlıklı bir şekilde çıkışında da önemli rolleri olduğu anlaşılıyor. Ayrıca, Ankara’nın Rusya’yı Suriye’den çıkarması yönünde bir talebi yok. İran konusunda da gerçekçi bir yaklaşım sergiliyor ve Suriye’de hâlâ etki sağlayabileceği toplumsal dinamikler bulabileceğine inanıyor. Türkiye, bence İsrail’in toprak kazanımı ya da güvenlik endişelerinin ötesinde yeni rejimi zora sokmak, istikrarsızlığını artırmak ve Suriye’nin bölünmesine yatırım yapmak amacıyla müdahalelerde bulunduğunu da farkında. Netanyahu’nun kişisel hedefleri ve dar stratejik vizyonuyla tuzağa düşmemeye çalıştığını düşünüyorum. Yeni rejimi bu konuda uyardığı anlaşılıyor. Suriye için kalıcı bir siyasi çözümün, kapsayıcı bir anayasa yazımıyla başlayacağı öngörülüyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 2015 yılında aldığı 2254 sayılı kararın rehber olacağı ifade ediliyor, ancak bu kararın birebir uygulanamayacağının, zira koşulların değiştiğinin ve yepyeni bir siyasi gerçeklik ortaya çıktığının altı çiziliyor. Ayrıca, BM vesayetine karşı olduklarını ve ülkenin üniter yapısının değiştirilmesine de itiraz ettiklerini anlıyorum. Ankara’da görüştüğüm yetkililer federasyon ve otonomi gibi kavramlardan uzak durmayı yeğliyor, yine de Suriye’nin yönünü Suriyelilerin belirleyeceğinin altını ısrarla vurguluyorlar. YPG’nin Suriyeli unsurlarının silah bırakması ve sivil siyasete veya kurulacak orduya katılması, diğerlerinin de ülkeyi terk etmesini talep ediyorlar. Öncelikleri kuvvet kullanmak değil, ama gerektiğinde kullanmaktan yana olduklarını belirtiyorlar. Askeri güç kullanımı söz konusu olduğunda da meşruiyet zeminini sağlamlaştırmak istiyorlar. Edindiğim bir diğer izlenim ise Ankara’nın, ABD’nin Suriye’den Afganistan benzeri bir hızlı çekilişine karşı çıktığı, daha kademeli ve anlaşmalı bir çekilişi tercih ettikleri; ayrıca, yaklaşık 40 bin IŞİD mensubunun kontrolsüz şekilde serbest bırakılmasının hem ülke hem de bölge için ciddi güvenlik sorunları yaratabileceği bilincinde oldukları. Sanırım, burada bir ortak güvenlik mekanizması önerileri mevcut. PYD’nin bu durumu fırsat olarak kullanmasının önlenmesi için de tedbirler aldıkları anlaşılıyor. Son olarak, Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda samimi olduklarını vurguluyorlar. Güvenli bölgelerden Suriye’nin istikrarı sağlanana kadar çekileceklerini; Türkiye’nin kimsenin topraklarında gözü olmadığını ve işgalci olarak anılmak istemediklerini belirtiyorlar. Bu tutumları, yeni devlet ya da rejimle bir askeri anlaşma yapma arzusunda olmadıkları anlamına gelmiyor. Umarım, artılarını ve eksilerini düşünerek oluşturulmuş, güç dengeleri ve zemin gerçekleri göz önünde bulundurularak planlanmış olan bu strateji, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gidermeye, Suriye’nin istikrara ve refaha ulaşmasına yardımcı olur. 7 Aralık’tan bu yana umudum vardı, ama şimdi daha da umutluyum. Türkiye’nin en iyi senaryoya yatırım yaptığını, ancak kötü senaryoya da hazırlıklı olduğunu düşünüyorum.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Marmara Denizi'nde müsilaj (deniz salyası) sorunuyla ilgili yeniden harekete geçti. 2021 yılında meydana gelen müsilaj krizi sonrasında hazırlanmış olan "Marmara Denizi Eylem...
Devamını Oku..