Düşünürler veya kanaat önderleri son zamanlarda Üçüncü Dünya Savaşı hakkında açıklamalarda bulundular. Bu savaşın Tayvan’da Çin ile ABD arasında mı olacağı, NATO ile rakipleri arasında tam kapsamlı bir savaş mı olacağı, NATO’nun Ukrayna ile Rusya arasındaki savaşa dahil olmasıyla mı olacağı, yoksa İsrail’in çabalarıyla Orta Doğu’da bir ateş çemberine mi dönüşeceği konusunda söylentiler var. Bu söylentilerin hiçbiri göz ardı edilmemeli. Bunların içinde kısmen veya tamamen gerçeklik payı var.
Son birkaç günde, belirsiz bir olay yaşandı: Golan Tepeleri’nde 11 çocuk öldürüldü. Sorunun tuhaf doğasına bakıldığında, açıkça görülüyor.
Gazze’de ortalama yüzlerce sivil hayatını kaybediyor, her gün 10, 20, 50 veya 100 çocuk ölüyor… Bir gün hastane bombalanıyor, hastalar öldürülüyor. Başka bir gün ambulans saldırıya uğruyor, hastalar hayatını kaybediyor. Bir gün Birleşmiş Milletler yardım kuruluşunda çalışan insanlar top atışıyla öldürülüyor. Başka bir gün Gazze’de bir okul, öğrenciler bahçesinde oynarken bombalanıyor. Ya da insanların kaçıp sığındıkları kamplar bombalanıyor. Siviller ölüyor. Sanki Gazze’deki bu ölümler insan ölümleri değilmiş gibi, hiçbir zaman küresel gündemde yer almıyor. Nedense İsrail’in işgal ettiği Suriye topraklarında yaşayan, İsrailli veya Yahudi bile olmayan 10 Dürzi, Suriye vatandaşı olduğunda, birdenbire dünyada büyük bir sorun haline geliyor.
Sonra İsrail Lübnan’ı tehdit etti ve Hizbullah’ın genelkurmay başkanı olarak kabul edilebilecek bir adam olan Fuad Shukr’u bir terör eyleminde öldürdü. Sonra, beklenmedik bir şekilde, Tahran’da İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Masoud Pezeshkian’ın yemin törenine katılmak üzere bulunan Hamas’ın siyasi büro şefi İsmail Haniyeh aynı gün birkaç saat sonra şehit edildi. Gazze’de 40.000 sivilin ölümü Filistin davasını tüm insanlık için bir endişe haline getirdiği gibi, Haniyeh’in şehit edilmesinin de tüm dünyada şok dalgaları yaratması dikkat çekicidir.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun ABD Kongresi’ndeki konuşması insanlık için büyük bir umutsuzluk yarattı. Şöyle düşünün: Adolf Hitler 40.000 sivili öldürdü ve ABD Kongresi’nde ayakta alkışlandı. Sahnedeki kişi İsrailli, Yahudi ve Siyonist. ABD Kongresi’nin tüm üyeleri Yahudi lobi örgütü olan Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi’nin (AIPAC) kölesi haline getirildi. Diyelim ki her şey yolunda, ancak 40.000 sivilin katledilmesini alkışlamak cinayete ortak olmaktır ve insanlık için umutsuzluğun bir işaretidir. İnsanlık muhtemelen son yüzyılda psikolojik olarak hiç bu kadar fakir ve yozlaşmış bir durumda olmamıştı.
Sanki bütün bunlar yetmezmiş gibi, İsrail cinayet işlemeye ve saldırganlık eylemlerine devam ediyor. İsrail’in amaçlarının Gazze ile sınırlı olmadığı anlaşılıyor. Muhtemelen on yıldır süren bir iç savaşla harap olmuş Suriye’yi ve Lübnan’ı da işgal etme hırsları var. Son haftalarda İran’a bir dizi saldırı başlattı.
Böyle durumlarda, kişi öfkelenebilir ve sert, hakaret içeren ve küfürlü bir dil kullanmaya meyilli olabilir. Ancak, Filistin’deki mücadelenin temelde bir bağımsızlık mücadelesi olduğunu hatırlamak çok önemlidir. Bu mücadele, Gazze’yi, Filistin’in tamamını ve “Filistin’i nehirden denize özgürleştirin” sloganıyla özetlenen Kudüs’ü (Kudüs) kapsamaktadır.
Bugün kıta Avrupası’nda, İspanya’da, özellikle İngilizlerin zulmüne ve baskılarına maruz kalan İrlanda’da, ABD’de, Latin Amerika’da, İslam ülkelerinde ve tüm dünyada Filistin davası, tıpkı 1970’lerde olduğu gibi, vicdan meselesi ve insanlığın ahlaki hesaplaşması olarak ortaya çıkmıştır.
İsrailliler katliam ve soykırım yaparken, bu şehitlerin nefesi dalgalar halinde insanlığa ilham verecek ve özgürlük ve demokrasi arayan ve biraz vicdanı olan herkes Filistinlilerin yanında yer alacaktır. Zulümle refaha kavuşulamaz. Dost ve düşman herkes bunu bilir ve zalimler yaptıklarının bedelini ödeyeceklerdir. Bir söz vardır: Rüzgar eken fırtına biçer. Hitler’in zulmünden kaçıp Filistin’e sığınan İsrailliler, sanki Hitler’i bir yarışta yenmek ister gibi soykırım çabalarını sürdürüyorlar. Son olarak, insanlığın vicdanının bu zalimleri boğacağını söylemek istiyorum!