Filistin ile İsrail arasında 7 Ekim’de başlayan çatışmaların şiddeti tüm dünyayı şaşkına çeviriyor. 75 yıla yayılan sorunlar ilk kez dünya kamuoyunda bu kadar yoğun şiddet unsurlarıyla tartılıyor. Ancak 7 Ekim’de yaşananlar aslında “İsrail tarihinin en radikal hükümeti” olarak nitelendirilen Binyamin Netanyahu yönetiminin tırmandırdığı gerilimin bir sonucuydu. Yani bu kadar yoğun olacağından şüphe duyulsa da Filistin ile İsrail arasında çatışma ihtimali bekleniyordu.
Karmaşık hükümet kurma süreci sırasında, ülke siyasetinde uzun zamandır yer alan İsrail başbakanı, radikal sağcı isimleri kabinesine dahil etti. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich gibi tartışmalı isimlerin yer aldığı yönetim, öncelikli olarak yargı yetkisini önemli ölçüde yürütme organına aktaran, yerleşim yerlerinin sürekli genişlemesini destekleyen ve İsrail siyasetinde Arapların yükselişini engelleyen bir yargı revizyonuna odaklanıyor.
Antidemokratik eğilimleri nedeniyle ulusal ve uluslararası tepkilere yol açan bu yeni hükümet, Netanyahu’ya kısıtlamalar getirdi. Bununla birlikte, kendisine karşı başlatılan yolsuzluk soruşturmalarının da etkisiyle yargı reformunun uygulanması için önemli çabalar sarf etti. Öte yandan Batı Şeria’da yerleşim politikaları uygulanmaya devam etti.
Yeni hükümet bu uygulamaları sürdürürken, özellikle Arap ülkeleriyle dış politikada normalleşme girişimleri de devam etti. Tel Aviv yönetiminin ABD desteğiyle normalleşme girişimlerini sürdürdüğü ülkeler Mısır, Ürdün, Fas, Bahreyn, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan. Bu normalleşme çabaları devam ederken Netanyahu, şunları söyledi: Dış ilişkilerde revizyon yapalım, sesimiz dünyaya duyulacak” dedi.
Sözleriyle değişim mesajı verdi. Ancak bu değişiklik umulduğu kadar olumlu olmadı. Netanyahu’nun hükümet kurmak için kabinesine aldığı aşırı sağcı isimlerin de etkisiyle İsrail’de son derece antidemokratik ve son gelişmelerin de gösterdiği gibi şiddet içeren bir yönetim kuruldu.
Netanyahu’nun kabinesine ilişkin endişeler artıyor
Netanyahu’nun altıncı kabinesinin anti-demokratik uygulamaları İsrail’in “eski dostu” ABD’de bile büyük endişe yarattı. Demokrat Parti’de Netanyahu hükümetinin tutum ve uygulamalarına karşı farklı görüşler oluşmaya başladı. Sonuç olarak ABD Başkanı Joe Biden, 12 Şubat 2023’te Netanyahu’ya yönelik kaygılarını şu sözlerle dile getirdi: “Amerikan demokrasisinin ve İsrail demokrasisinin dehası, her ikisinin de güçlü kurumlar, denge ve kuvvetler üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Bağımsız bir yargı.” Hatta bu dönemde İsrail’de yeni hükümetin hukuka aykırı ve antidemokratik kararlarına karşı sokaklara çıkan çok sayıda İsrailli protestocunun ABD’deki bazı gruplar tarafından da desteklendiği biliniyor. Biden hükümetinin gelmesi uzun sürmedi. İsrail Kabinesi üyesi Amichai Chikli, Biden yönetimine “kendi işine bak” diyerek tepki gösterdi.
Sonuç olarak İsrail yönetiminin en uç noktaya gelmesi, başta ABD olmak üzere dünyadaki birçok ülkenin Tel Aviv’le ilişkilerini “makul” bir mesafede sürdürmesine neden oldu. Bu noktada son yıllarda başlatılan normalleşme çalışmalarının çok verimli bir şekilde yürütülmediğini söylemek mümkün.
Biden hükümeti, Filistin direniş grubu Hamas’ın silahlı kanadı olarak bilinen El Kassam Tugayları’nın İsrail’de gerçekleştirdiği saldırılara kayıtsız kalamadı ve sosyal medyada ve dünya basınında geniş tepkilere neden oldu. Sonrasında Biden, İsrail’in Gazze’de okullara, hastanelere ve dini mekanlara yönelik gerçekleştirdiği ve çok sayıda sivilin ölümüne neden olan saldırılara rağmen Netanyahu’nun yanında yer aldı. Netanyahu hükümetinin politika ve uygulamalarına aykırı olsa da ABD’nin Orta Doğu’da İsrail’e her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardı. Çünkü küresel anlamda yükselen Çin’in etkileri bölgede giderek yaygınlaşıyordu. Çin ve Rusya’nın başını çektiği BRICS’e Suudi Arabistan ve İran gibi iki kilit aktörün (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) dahil edilmesi gündemdeydi.
Öte yandan 2015 yılından bu yana diplomatik ilişkisi bulunmayan İran ile Suudi Arabistan, Çin’in arabuluculuğuyla yeniden müzakerelere başladı. Bu gelişmeler ABD’nin bölgedeki etkisini azaltırken, Washington yönetiminin küresel rakibi Çin’i güçlendiren gelişmeler olarak yorumlandı.
Öte yandan Hizbullah ve İran’ın bölgedeki varlığı Washington için büyük bir tehdit olarak algılanıyor. Bu nedenle ABD, son dönemde ilişkilerinde soğuk rüzgarlar yaşansa da, yılda 3,8 milyar dolar yardım gönderdiği Ortadoğu’nun tek güvenli limanı İsrail’in güvenliğini bir şekilde sağlamak zorunda kaldı.
Biden’ın İsrail ziyareti
Dolayısıyla ABD’nin Filistin-İsrail çatışmalarına müdahil olması, Biden’ın hemen İsrail’e gitmesi ve Netanyahu’ya destek açıklaması İran ve Rusya’nın tepkisine yol açtı. Aslında çatışmanın ilk aşamalarında İran’ın Hamas’la ilişkileri ara sıra gündeme geliyordu. Biden, İran’ı çatışmayı yoğunlaştırmaması konusunda bile uyardı çünkü bu, onların da müdahil olmasına yol açabilir.
Öte yandan Biden, İsrail’in “Demir Kubbe” olarak bilinen hava savunma sisteminin yenilenmesi için mühimmat ve önleyicilerin de aralarında bulunduğu ek askeri yardım sağlanacağını duyurdu. Ayrıca Pentagon, USS Gerald R. Ford uçak gemisini ve beraberindeki kruvazörleri ve saldırı gemilerini İsrail’e yönlendireceğini duyurdu. Putin bu gelişmelere yanıt olarak şunları söyledi: “Akdeniz’de konuşlu Amerikan uçak gemileri, Rusya’nın Karadeniz’deki Kinjal hipersonik füzelerinin menzilinde. Bunu bir tehdit olarak değil, bilgi olarak söylüyorum. Sadece bir hatırlatma olarak söylüyorum.” Sözleriyle ABD ve İsrail’i açıkça tehdit etti.
Sonuç olarak Netanyahu, Hamas’la savaşı nedeniyle bir süredir arasının bozulduğu müttefiki ABD’nin güçlü desteğini yeniden kazandı. Ancak Rusya, İran ve bölgedeki diğer Müslüman devletlerden de büyük tepkilerle karşılaşıyor. Öte yandan uzun süredir normalleşme çabası içinde olan bazı devletler İsrail’le ilişkilerini dondurma noktasına geldi. Örneğin Suudi Arabistan’ın ABD destekli İsrail ile ilişkileri normalleştirme planlarını rafa kaldırdığını ve dış politika önceliklerini hızla gözden geçirdiğini duyurdu. Hatta Riyad yönetimi gelişmeleri görüşmek üzere İran’la temasa bile geçti.
Dış politikada bu kadar hassas bir denge varken Netanyahu hükümetinde son derece radikal kabine üyelerinin bulunması ve bunların Filistin’e yönelik sert tavırları sorunun kısa sürede çözülmeyeceği ihtimalini güçlendiriyor. Bu konuda diğer aktörlerin açık ve sert söylemlerle sürece dahil olması, barışa yönelik diplomatik girişimlerin gecikeceği izlenimini yaratıyor.
Bu durumda savaş, Netanyahu’nun çıkarına hizmet etmiş gibi görünüyor; zira Netanyahu, pek çok İsrailli sivilin hayatını kaybetmesine rağmen hem iç gerilimleri örtbas edebilmiş, hem de aleyhindeki hukuki süreçleri arka plana itebilmişti. Bu nedenle Filistin ve İsrail’deki sivil halkın barış içinde yaşaması, bölgede barış ve istikrarın tesis edilebilmesi için tarihin en radikal İsrail yönetiminin ve Netanyahu yönetiminin sona ermesi gerekmektedir.
Benzer şekilde, aylar önce İsrail sokaklarındaki halk hükümetin gidişatının kötüleşeceğini öngörmüştü.
*İstanbul merkezli TASAM Afrika Enstitüsü Eş Direktörü
Filistin ile İsrail arasında 7 Ekim’de başlayan çatışmaların şiddeti tüm dünyayı şaşkına çeviriyor. 75 yıla yayılan sorunlar ilk kez dünya kamuoyunda bu kadar yoğun şiddet unsurlarıyla tartılıyor. Ancak 7 Ekim’de yaşananlar aslında “İsrail tarihinin en radikal hükümeti” olarak nitelendirilen Binyamin Netanyahu yönetiminin tırmandırdığı gerilimin bir sonucuydu. Yani bu kadar yoğun olacağından şüphe duyulsa da Filistin ile İsrail arasında çatışma ihtimali bekleniyordu.
Karmaşık hükümet kurma süreci sırasında, ülke siyasetinde uzun zamandır yer alan İsrail başbakanı, radikal sağcı isimleri kabinesine dahil etti. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich gibi tartışmalı isimlerin yer aldığı yönetim, öncelikli olarak yargı yetkisini önemli ölçüde yürütme organına aktaran, yerleşim yerlerinin sürekli genişlemesini destekleyen ve İsrail siyasetinde Arapların yükselişini engelleyen bir yargı revizyonuna odaklanıyor.
Antidemokratik eğilimleri nedeniyle ulusal ve uluslararası tepkilere yol açan bu yeni hükümet, Netanyahu’ya kısıtlamalar getirdi. Bununla birlikte, kendisine karşı başlatılan yolsuzluk soruşturmalarının da etkisiyle yargı reformunun uygulanması için önemli çabalar sarf etti. Öte yandan Batı Şeria’da yerleşim politikaları uygulanmaya devam etti.
Yeni hükümet bu uygulamaları sürdürürken, özellikle Arap ülkeleriyle dış politikada normalleşme girişimleri de devam etti. Tel Aviv yönetiminin ABD desteğiyle normalleşme girişimlerini sürdürdüğü ülkeler Mısır, Ürdün, Fas, Bahreyn, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan. Bu normalleşme çabaları devam ederken Netanyahu, şunları söyledi: Dış ilişkilerde revizyon yapalım, sesimiz dünyaya duyulacak” dedi.
Sözleriyle değişim mesajı verdi. Ancak bu değişiklik umulduğu kadar olumlu olmadı. Netanyahu’nun hükümet kurmak için kabinesine aldığı aşırı sağcı isimlerin de etkisiyle İsrail’de son derece antidemokratik ve son gelişmelerin de gösterdiği gibi şiddet içeren bir yönetim kuruldu.
Netanyahu’nun kabinesine ilişkin endişeler artıyor
Netanyahu’nun altıncı kabinesinin anti-demokratik uygulamaları İsrail’in “eski dostu” ABD’de bile büyük endişe yarattı. Demokrat Parti’de Netanyahu hükümetinin tutum ve uygulamalarına karşı farklı görüşler oluşmaya başladı. Sonuç olarak ABD Başkanı Joe Biden, 12 Şubat 2023’te Netanyahu’ya yönelik kaygılarını şu sözlerle dile getirdi: “Amerikan demokrasisinin ve İsrail demokrasisinin dehası, her ikisinin de güçlü kurumlar, denge ve kuvvetler üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Bağımsız bir yargı.” Hatta bu dönemde İsrail’de yeni hükümetin hukuka aykırı ve antidemokratik kararlarına karşı sokaklara çıkan çok sayıda İsrailli protestocunun ABD’deki bazı gruplar tarafından da desteklendiği biliniyor. Biden hükümetinin gelmesi uzun sürmedi. İsrail Kabinesi üyesi Amichai Chikli, Biden yönetimine “kendi işine bak” diyerek tepki gösterdi.
Sonuç olarak İsrail yönetiminin en uç noktaya gelmesi, başta ABD olmak üzere dünyadaki birçok ülkenin Tel Aviv’le ilişkilerini “makul” bir mesafede sürdürmesine neden oldu. Bu noktada son yıllarda başlatılan normalleşme çalışmalarının çok verimli bir şekilde yürütülmediğini söylemek mümkün.
Biden hükümeti, Filistin direniş grubu Hamas’ın silahlı kanadı olarak bilinen El Kassam Tugayları’nın İsrail’de gerçekleştirdiği saldırılara kayıtsız kalamadı ve sosyal medyada ve dünya basınında geniş tepkilere neden oldu. Sonrasında Biden, İsrail’in Gazze’de okullara, hastanelere ve dini mekanlara yönelik gerçekleştirdiği ve çok sayıda sivilin ölümüne neden olan saldırılara rağmen Netanyahu’nun yanında yer aldı. Netanyahu hükümetinin politika ve uygulamalarına aykırı olsa da ABD’nin Orta Doğu’da İsrail’e her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardı. Çünkü küresel anlamda yükselen Çin’in etkileri bölgede giderek yaygınlaşıyordu. Çin ve Rusya’nın başını çektiği BRICS’e Suudi Arabistan ve İran gibi iki kilit aktörün (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) dahil edilmesi gündemdeydi.
Öte yandan 2015 yılından bu yana diplomatik ilişkisi bulunmayan İran ile Suudi Arabistan, Çin’in arabuluculuğuyla yeniden müzakerelere başladı. Bu gelişmeler ABD’nin bölgedeki etkisini azaltırken, Washington yönetiminin küresel rakibi Çin’i güçlendiren gelişmeler olarak yorumlandı.
Öte yandan Hizbullah ve İran’ın bölgedeki varlığı Washington için büyük bir tehdit olarak algılanıyor. Bu nedenle ABD, son dönemde ilişkilerinde soğuk rüzgarlar yaşansa da, yılda 3,8 milyar dolar yardım gönderdiği Ortadoğu’nun tek güvenli limanı İsrail’in güvenliğini bir şekilde sağlamak zorunda kaldı.
Biden’ın İsrail ziyareti
Dolayısıyla ABD’nin Filistin-İsrail çatışmalarına müdahil olması, Biden’ın hemen İsrail’e gitmesi ve Netanyahu’ya destek açıklaması İran ve Rusya’nın tepkisine yol açtı. Aslında çatışmanın ilk aşamalarında İran’ın Hamas’la ilişkileri ara sıra gündeme geliyordu. Biden, İran’ı çatışmayı yoğunlaştırmaması konusunda bile uyardı çünkü bu, onların da müdahil olmasına yol açabilir.
Öte yandan Biden, İsrail’in “Demir Kubbe” olarak bilinen hava savunma sisteminin yenilenmesi için mühimmat ve önleyicilerin de aralarında bulunduğu ek askeri yardım sağlanacağını duyurdu. Ayrıca Pentagon, USS Gerald R. Ford uçak gemisini ve beraberindeki kruvazörleri ve saldırı gemilerini İsrail’e yönlendireceğini duyurdu. Putin bu gelişmelere yanıt olarak şunları söyledi: “Akdeniz’de konuşlu Amerikan uçak gemileri, Rusya’nın Karadeniz’deki Kinjal hipersonik füzelerinin menzilinde. Bunu bir tehdit olarak değil, bilgi olarak söylüyorum. Sadece bir hatırlatma olarak söylüyorum.” Sözleriyle ABD ve İsrail’i açıkça tehdit etti.
Sonuç olarak Netanyahu, Hamas’la savaşı nedeniyle bir süredir arasının bozulduğu müttefiki ABD’nin güçlü desteğini yeniden kazandı. Ancak Rusya, İran ve bölgedeki diğer Müslüman devletlerden de büyük tepkilerle karşılaşıyor. Öte yandan uzun süredir normalleşme çabası içinde olan bazı devletler İsrail’le ilişkilerini dondurma noktasına geldi. Örneğin Suudi Arabistan’ın ABD destekli İsrail ile ilişkileri normalleştirme planlarını rafa kaldırdığını ve dış politika önceliklerini hızla gözden geçirdiğini duyurdu. Hatta Riyad yönetimi gelişmeleri görüşmek üzere İran’la temasa bile geçti.
Dış politikada bu kadar hassas bir denge varken Netanyahu hükümetinde son derece radikal kabine üyelerinin bulunması ve bunların Filistin’e yönelik sert tavırları sorunun kısa sürede çözülmeyeceği ihtimalini güçlendiriyor. Bu konuda diğer aktörlerin açık ve sert söylemlerle sürece dahil olması, barışa yönelik diplomatik girişimlerin gecikeceği izlenimini yaratıyor.
Bu durumda savaş, Netanyahu’nun çıkarına hizmet etmiş gibi görünüyor; zira Netanyahu, pek çok İsrailli sivilin hayatını kaybetmesine rağmen hem iç gerilimleri örtbas edebilmiş, hem de aleyhindeki hukuki süreçleri arka plana itebilmişti. Bu nedenle Filistin ve İsrail’deki sivil halkın barış içinde yaşaması, bölgede barış ve istikrarın tesis edilebilmesi için tarihin en radikal İsrail yönetiminin ve Netanyahu yönetiminin sona ermesi gerekmektedir.
Benzer şekilde, aylar önce İsrail sokaklarındaki halk hükümetin gidişatının kötüleşeceğini öngörmüştü.
*İstanbul merkezli TASAM Afrika Enstitüsü Eş Direktörü