Başlık: PKK’ya silah bırakma çağrısında Orta Doğu’daki gelişmelerin etkisi ne düzeyde oldu?
Yazar: Merve Kara-Kaşka (BBC Türkçe)
4 Kasım 2024 MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı örgütü kapatma çağrısının ardından, Türkiye ve PKK arasında yeni bir dönemin başlayabileceği ihtimali gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 30 Ekim’de Bahçeli’nin mesajını ‘tarihi bir fırsat penceresi’ olarak tanımladı. Öcalan, ‘Koşullar elverişli olursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine taşımaya olanak sağlayacak teori ve pratik gücüm var’ ifadesini kullandı. Peki, Türkiye ve PKK arasındaki çatışmaları durduracak bu gelişmeler neden şimdi yaşanıyor? BBC Türkçe’ye görüş veren uzmanlara göre, konu yalnızca iç gelişmelerle değil, aynı zamanda Orta Doğu’daki değişen güç dengeleriyle de ilgili. Uzmanlar, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihi itibariyle gerçekleştirdiği saldırılardan sonraki durumun ‘yeni bir barış sürecini başlatma isteğini’ artırmış olabileceğini belirtiyor. 7 Ekim saldırılarının yıldönümünde Orta Doğu neden bölgesel bir savaşın eşiğine geldi? Türkiye’de PKK ile devlet arasındaki çatışmaları sona erdirmek üzere başlatılan son çözüm süreci 2013 yılı itibariyle başlamış ancak 2015’teki gelişmelerle birlikte uzlaşı ortamı yerini çatışma ortamına bırakmıştı. Milli Savunma Bakanlığı, 2016’dan itibaren Türkiye’nin ‘terörle mücadelede kapsamlı bir strateji değişikliği’ yaptığını açıklamıştı. PKK ile silahlı çatışmalar bu süreçten sonra Suriye ve Irak’a kaymaya başlamıştı.
BBC Türkçe’ye konuşan Kürt siyasetleri uzmanı Prof. Dr. Mesut Yeğen, Türkiye’nin bu süreçte Suriye ve Irak’ta ‘PKK ve ona bağlı gruplara karşı’ önemli bir üstünlük sağladığına dikkat çekiyor. Yeğen, ‘DEM Parti, Türkiye siyaseti üzerinde etkili bir aktör olmaktan çıkarıldı. Suriye’de kantonlar arası birlik sona erdi. Afrin boşaltıldı ve Irak’ta Türkiye, birçok bölgede pozisyon kazanmış, pek çok karakol tesis etmişti. Türkiye’nin perspektifinden bakıldığında bu durum oldukça olumlu bir tabloydu’ değerlendirmesini yaptı. 7 Ekim saldırılarından sonra İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği operasyonlarla birlikte bu olumlu görünümün değiştiğini belirten Yeğen, ‘Eğer 7 Ekim’de başlayan süreç, Türkiye’nin gözlemlediği riskleri doğurmasaydı, Bahçeli’nin konuşmasıyla başlayan yeni süreç de muhtemelen ortaya çıkmazdı’ yorumunu yaptı.
Mesut Yeğen, İsrail’in 7 Ekim sonrası yürüttüğü kampanyanın, Hamas’la birlikte İran’ın Lübnan, Irak ve Suriye’deki etkili gruplarının da güç kaybetmesiyle sonuçlandığını vurguladı. Uzmanlar, bu bölgelerdeki İran yanlısı grupların güç kaybının, PKK ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi örgütlerin etkisinin artması anlamına geldiğini ifade ediyor. Öte yandan, İran’ın bu güç kaybını Kürtlerle işbirliğini artırarak dengelemeye çalışması yönünde yorumlar yapılıyor. Erbil’deki Kürdistan Hewler Üniversitesi’nden Doç. Dr. Arzu Yılmaz, ‘İran’ın bölgedeki etkisini zayıflatan gelişmeler sonrasında bu güç kaybını Kürtlerle işbirliğini artırarak dengelemeye çalıştığını gözlemledik’ dedi. Yılmaz, bunun Irak ve Suriye’de belirgin olduğunu düşünüyor.
Yılmaz, ABD’nin 2025 itibarıyla Irak’taki koalisyon görevini sona erdireceğini hatırlatıyor ve ‘Irak’taki Kürtlerin en büyük sorunu Bağdat ile güç paylaşımında yaşanıyor’ diyor. Yılmaz, Tahran’ın Bağdat üzerindeki nüfuzunu kullanarak Erbil-Bağdat ilişkilerinin normalleşmesinde önemli rol oynayabileceğini, Suriye’de ise Şam üzerindeki etkisiyle Rojava’daki Kürtlerin siyasi çıkarlarına katkı sağlayacak kararlar alması gerekeceğini ifade ediyor.
Uzmanlar, Orta Doğu’daki dengelerin değişmesiyle birlikte Türkiye’nin yeni riskler algılamaya başladığını vurguluyor. Yeğen, ‘Türkiye ve İran, Irak ve Suriye’deki Kürtler üzerindeki statükoyu rekabetleriyle dengelemekteydiler. Şimdi ise bu dengelerin bozulabileceği bir döneme girdik ve Türkiye, yeni duruma uyum sağlamak için çözüm süreci başlatmaya çalışıyor’ değerlendirmesini yapıyor. Yeğen’e göre PKK ve bağlı örgütleri Orta Doğu’da ‘oluşturulabilecek bir güç boşluğunda Türkiye ile yüzleşmek istemeyecekleri için’ yeni bir sürece açık olabilir.
MHP lideri Bahçeli’nin çağrısıyla gündeme gelen bu süreçte Türkiye’deki iç siyasetin önemli bir etkisi olduğu, ancak Orta Doğu’daki gelişmelerin duruma ‘aciliyet kazandırdığı’ görüşü de dikkat çekiyor. Londra Üniversitesi Oryantal ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda (SOAS) Araştırma Görevlisi Dr. Karabekir Akkoyunlu, ‘Ana motivasyonun hükümetin iç siyasi hesapları olduğunu düşünüyorum’ diyor ve ekliyor: ‘Ancak bölgesel gelişmeler de duruma aciliyet kazandırmış görünüyor.’ Akkoyunlu, şunları ekliyor: ‘Orta Doğu’da çatışmalar yayıldıkça Türkiye’nin içine çekilme riski artıyor. Bu durumda ülkenin hassas noktası, çözüm bekleyen Kürt meselesi ve silahlarını Türkiye’ye yönlendirmiş olan PKK olacaktır. Önceki barış süreci başarısız da olsa, Türkiye’nin bölgedeki çatışmalardan daha az etkilenmesini temin etmişti. Sürecin çökmesiyle savaş, Suriye’den Türkiye’ye sıçradı. Bugün İsrail ve İran arasındaki artan çatışma riski, yeni bir barış süreci başlatma motivasyonunu güçlendirmiş olabilir.’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis’in 1 Ekim’deki yeni dönem açılışında İsrail yönetimini hedef alarak, ‘İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizmle Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açıkça söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır’ demişti. Peki, PKK ile başlayan yeni sürecin arkasında bu endişe de var mı? 7 Ekim’den itibaren Orta Doğu’daki iki ana eksenin İsrail ve İran çatışması etrafında şekillendiğini belirten Doç. Dr. Arzu Yılmaz, böyle bir durumun kendi içinde çelişkili olduğunu savunuyor: ‘Türkiye’nin Kürtlerle kuracağı bir işbirliği, İsrail’e değil İran’a karşı bir pozisyon almayı ifade eder. Böyle bir tutum, İsrail’in potansiyel bir tehdit olarak değil, potansiyel bir ortak olarak konumlanmasına yol açar.’ Yılmaz, bu nedenle ‘iktidarın söyleminin iç politikayı şekillendirmeye yönelik olduğunu’ vurguluyor.
Akkoyunlu ise yeni bir sürecin hükümet açısından ‘hem iç hem dış bağlamda düğümlerin çözümüne katkı sağlayabileceğini’ öne sürüyor. ‘Ankara, Suriye sınırını güvence altına almak ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşünü sağlamak amacıyla Beşar Esad hükümetine görüşme çağrısında bulunuyor. PKK ile çatışmasızlık durumu, Suriye ile anlaşma yapmanın da önünü açabilir.’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ekim’deki konuşmasında yeni süreçle ilgili olarak, ‘Suriye’nin kuzeyindeki bölücü terör örgütüne, kandan beslenen Kandil’deki terör baronlarına hiç çağrımız yoktur, olamaz da’ ifadelerini kullandı. Ancak uzmanlar arasında Bahçeli’nin silah bırakma çağrısının sınır ötesinden ayrı düşünülemeyeceği konusunda bir uzlaşma sağlanmış durumda. Doç. Dr. Yılmaz, ‘Kandil’i ve Rojava’yı bu denklemin dışında tutmak işin doğasına aykırı’ diyerek, bu tür açıklamaları ‘öncelikler sıralaması’ olarak değerlendirdiğini ifade ediyor: ‘Bugünden yarına gerçekleşecek bir süreçten söz etmiyoruz. Aslında söylenen, öncelikle adım atılacak alanın ülke içinde olduğu, sınır ötesinde değil. Ancak bu meselelerin belirli bir sıra ile ilerletilmesi son derece zor; çünkü iç içe geçmiş durumdalar.’
Mesut Yeğen, Türkiye ile PKK arasındaki olası müzakerelerde Rojava’nın geleceğinin iki temel unsurdan biri olacağını tahmin ediyor. Yeğen, ‘hem SDG hem de PKK’nın Rojava’da Suriye Kürtleri’nin statülerini korumaya yönelik talepleri olabileceğini; ayrıca Türkiye’nin bu süreci Şam ile çözme konusunda rıza göstermesini bekleyeceklerini’ öngörüyor. Diğer bir kritik unsur ise PKK’nın silahsızlanmayı ‘ne karşılığında kabul edeceği’ meselesidir. Yeğen, ‘Mevcut devlet açıklamaları, karşılığında herhangi bir şey olmadan silahsızlanmayı öngörüyor. Ancak bu pek olası görünmüyor. Kürt meselesindeki haklar ile PKK bileşenleriyle ilgili belli reformların yapılmasına ihtiyaç olacaktır’ şeklinde konuşuyor.
Karabekir Akkoyunlu, ‘Uluslararası bir boyuta sahip olan Kürt sorununda çözüme ulaşabilmek için eş zamanlı olarak üç ayrı süreç yürütülmesi gerektiğini’ vurguluyor. Bunlardan ilki Kürt hareketinin temsilcileriyle Meclis’te yürütülecek siyasi süreç, ikincisi komşu ülkelerdeki istikrarı sağlamanın vurgulanması, üçüncüsü ise Rusya ve ABD’yi dikkate alacak küresel bir süreç gerekliliği. Yaklaşan ABD seçimlerinin bu konudaki etki önünde önemli bir rol oynayabileceğini belirten Akkoyunlu, ‘Olası bir Trump zaferi, İran ile savaş olasılığını artırırken, aynı zamanda ABD ile Putin arasında bir anlaşmanın önü açılabilir. Bu gelişmelerin doğuracağı riskleri ve fırsatları doğru bir şekilde değerlendirmek gerekmektedir’ diyor.
Sonuçta, bu süreçlerin iç siyaset boyutunu da değerlendiren Akkoyunlu, daha önceki çözüm denemelerinin ‘Meclis’i devre dışı bırakarak ve taraflar arasında en azından asgari bir güven ortamı sağlanmadan yürütülmeye çalışıldığını’ ifade ediyor. Akkoyunlu, ‘Daha önceki tecrübelerden anlaşıldığı üzere Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinden bağımsız bir şekilde ele alınamaz; bu iki alan birbirini etkilemektedir ve birini diğerinden ayırarak kalıcı bir çözüme ulaşmak imkânsızdır’ diyor.