İran ile İsrail arasındaki doğrudan çatışma şimdilik kontrol altında. Ancak bu durum bölgede oluşan dengeye işaret ediyor. 7 Ekim saldırısının ardından Ortadoğu’da Gazze ve Filistin çevresinde gerilimin artacağı konuşuluyordu.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’deki katliamları normalleşme eğilimini tersine çevirerek İsrail’in uluslararası duruşuna ağır bir darbe indirdi. Batı’nın sıklıkla eleştirilen “koşulsuz desteği” bile Batılı izleyicilerin Filistinlilere sempati duymasını ve İsrail’i eleştirmesini engelleyemedi. İki devletli çözüm küresel gündemin en önemli maddesi haline gelirken, aralarında İspanya’nın da bulunduğu bazı Avrupa ülkeleri Filistin Devleti’ni tanımaya adım adım yaklaştı.
Netanyahu, İran’ı devam eden savaşa sürüklemek amacıyla ülkesinin 1 Nisan’da Şam’a düzenlediği saldırıyı işte bu koşullar altında gerçekleştirdi. Bir şekilde istediğini elde ettiğini söylemek mümkün. İtibarını, caydırıcılığını ve ülke içi desteğini korumaya hevesli olan İran hükümeti, İsrail’e karşı ilk doğrudan (ölçülü ve önceden işaretlenmiş de olsa) saldırısını gerçekleştirdi. Füzelerini iç cephede ve bölge genelinde Şam saldırısında kullanılan İsrail havaalanına başarılı bir şekilde teslim etmekten kesinlikle övgü alacaklardır.
Biden’ın Gazze stratejisi
Gazze krizinin bölgesel bir savaşa dönüşmesini istemeyen Joe Biden yönetimi, Netanyahu’nun son hamlesinin ABD başkanlık seçimleri üzerindeki etkisini sınırlamak amacıyla İsrail’in İran’a yönelik olası karşı saldırısını desteklemeyeceğini açıkladı. İran’ın misilleme eyleminin çok dikkatli ayarlanmış olması da Washington’un bu tutumu benimsemesine olanak sağladı. Yine de İsrail başbakanı “İran tehdidi” kartını elinde tutuyor ve böylece Kasım 2024 seçimleri öncesinde bol miktarda manevra alanı yaratmış oluyor. Yani Netanyahu fırsat bulduğunda yeni bir kriz başlatabilir ve bu da Biden yönetimini zor durumda bırakabilir. Bu nedenle Washington’un politika yapıcıları, İran ile İsrail arasındaki gerilimin daha da artmasını önlemek için daha fazla zaman ve enerji harcamak zorunda kalacak.
Belki daha da önemlisi, son misilleme eylemleri, bölgesel istikrarsızlıktan beslenen iki ülke olan İsrail ve İran’ın Orta Doğu’daki gerilimin seviyesini belirlemesine olanak tanıdı. Dikkatlerin Gazze krizinden uzaklaşmasıyla Tel Aviv ve Tahran, geri kalan bölgesel güçlerin politikalarını devam eden gerilimle uyumlu hale getirmeye çalışabilir. İsrail’in İran’a karşı bölgesel koalisyon kurma yönündeki açıklaması da buradan kaynaklanıyor.
Diplomatik işbirliği
İran-İsrail geriliminin bölgenin gündemini belirlemesini istemeyen ülkelerin yeni girişimler başlatması gerekiyor. Bu, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin ikili işbirliklerini daha da güçlendirmelerini ve bölgesel barış ve istikrara yönelik diplomatik çabalara odaklanmalarını gerektirecektir.
Biden yönetiminin Binyamin Netanyahu’nun eylemleri nedeniyle İran’la savaşa sürüklenme konusundaki isteksizliği bu tür adımları kesinlikle kolaylaştıracaktır.
Ortadoğu, eninde sonunda İran’ın ve İsrail’in iç rejimlerinin işine yarayacak yeni gerilimler girdabına kapılmamalı. Bu tür gerilimlerin kontrol altında tutulması İran ve İsrail’in bölgesel gündemi belirlemesine olanak tanıyacak, krizin kontrolden çıkması ise tüm bölge için kabusa dönüşecektir.
Bu anlamda, Türkiye’deki belediye seçimleri sonrasında diplomatik bir hamle yapacak olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, bölgeyi İsrail-İran gerginliğinden kurtarmak için dünya liderleriyle daha yakın çalışmasını beklemek mantıklı.