Başlıktaki konuyu ele alacağım ama öncesinde işin başlangıcını (ilk dönemlerini) anlatmam gerekecek. Osmanlı’nın son dönemleri… Osmanlı topraklarındaki gayrimüslim toplulukların ardından, Müslüman toplumlar arasında da Arnavutlar ve Araplar arasında milliyetçilik hareketleri başlamaktadır. O günlerde (2013) Arnavut kökenli Mehmet Akif, şu mısraları kaleme alıyordu: “Artık ey milleti merhume, sabah oldu uyan! -Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan? -Ne Araplık ne de Türklük kalacak, aç gözünü! -Dinle Peygamber-i zişân’ın ilahi sözünü. -Türk Arapsız yaşamaz, kim ki yaşar der delidir. -Arap’ın Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir.” Akif, Osmanlı’dan kopan Arnavutluk’u “Perişan yurdum” diyerek örnek gösterir. Aynı dönemlerde Osmanlı’nın parçalanma planları Kürtler üzerinde de uygulanmaktadır. Anne tarafından Kürt, baba tarafından Türk olduğu söylenen ve “Türkçülüğün Esasları” kitabıyla Türkiye’de milliyetçiliğin teorisyeni olarak kabul edilen Ziya Gökalp, Devlet Bahçeli’nin “Ziya Gökalp sempozyumu”nda şu görüşlerini dile getirecektir: “Türkler ile Kürtler bin yıllık bir ortak din, ortak tarih ve ortak coğrafya sonucunda maddi ve manevi açıdan birleşmişlerdir. Bugün ise ortak düşmanlar ve ortak tehditler karşısında bulunmaktadırlar. Bu tehditlerden ancak ortak bir kararlılıkla kurtulabilirler. O halde büyük bir inançla diyebiliriz ki, Türkler ile Kürtlerin birbirini sevmesi hem dini hem de siyasi bir farzdır. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa, Türk değildir. Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa, Kürt değildir.” Akif, Türk-Arap kardeşliğini “Peygamber-i zişân”a atfederken, Gökalp da “Türk-Kürt sevgisi”ni dini bir kavram olan “Farz” ile ifade etmektedir. Daha önce de belirttiğim gibi, İsmet İnönü’nün liderliği altında Türk Temsilci Heyeti, Lozan’da İtilaf Devletleri temsilcilerinin ısrarla savunduğu “Kürtlerin azınlık kabul edilmesi” tezine karşı, “Türkiye’de Müslüman azınlık yoktur, Türkler ve Kürtler bin yıl içinde adeta tek millet olmuşlardır ve devletin ortak paydaşıdırlar” tezini savunarak bu iddiaları geri çevirmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın milli mücadele için halkı toplaması da, bütün Müslüman halkın ortak ruhuyla gerçekleştirilmiştir. Bu yaklaşımlarda sürekli bir “ümmet bilinci” vurgusu bulunmaktadır. Ancak zamanla durum değişir ve Araplar, Arnavutlar gibi Müslüman topluluklar Osmanlı’dan ayrılır. Emperyalist güçler ise Kürtler üzerinde de oyunlar oynamaktadır. Kürtlerin de bir gün ayrılıp, Anadolu’nun parçalanıp parçalanmayacağı üzerine kuşkular baş gösterir. Bu durumu göz önünde bulundurmak üzere Anadolu’da herkesin “Türklük bilinci” oluşturma politikası geliştirilir. Kürt siyasetinin “inkâr, asimilasyon” olarak nitelendirdiği bu durum, “Siyasi Kürtlük bilinci” inşa etmeye yöneliktir. Türkiye’nin yıllarını kapsayan bu süreç bu şekilde gelişir. Bahçeli, son açıklamasıyla Gökalp’ı güncelledi; Erdoğan, birkaç yıl önce Akif’in şiiri ve “Tek millet, tek bayrak, tek devlet…” diyerek durumu güncelledi. Bahçeli’nin Müsavat Dervişoğlu’na cevaben kendisini “Türkçü, Türk milliyetçisi” olarak tanımladığı toplantıda, “Türk-Kürt sevgisi”ni dini bir kavram olan “Farz” ile tanımlaması, Kürtlerde bu “farziyeti” sorgulamaya sevk edebilir. Ancak burada bir sorun olduğu kesindir. Çünkü Kürtler, “Tamam, birbirimizi sevelim ama Türklük yine de belirleyici olsun” hissiyatını duyarlar ve bu durum onlarda bir direnç duygusu yaratır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Kürt siyaseti “eşit vatandaşlık” talep ediyor. “Öcalan açılımı” sonrasında en son tekrar “Kürt sorunu yoktur” diyerek Bahçeli’nin açtığı kapı henüz o noktaya gelmedi. Bu konuya gelmeyecek gibi görünüyor. CHP lideri Özgür Özel ise burada bir farklılık gösteriyor. Özel, “Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tam sahibi olmayı teklif ediyorum” diyerek dikkat çekti. Bu açıklamanın ardından “kötücül yaklaşımlar” ortaya çıkınca, açıklamalarını şöyle genişletti: “Ben Kürtlere Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eşit, ayrımsız, kendilerini tamamen mensubu ve sahibi hissettikleri, 86 milyonla birlikte eşit vatandaşlığı iliklerine kadar hissettikleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bizlerle birlikte sahibi olmalarını teklif ediyorum.” Özel, bu yaklaşımında Demirtaş ile, Diyarbakır’daki sivil toplum kuruluşları ve siyasetçilerle mutabık olduğunu da ifade ediyor. “Çünkü,” diyor Özgür Özel, “biz bu şehrin de bu şehrin siyasetçilerinin de bu şehrin STK’larının da bu ülkeyi sevdiklerini, insanları sevdiklerini, hayatı sevdiklerini, yaşamı sevdiklerini biliyoruz.” İşte, yazımın başlığında bahsettiğim cümle burada devreye giriyor: “Kimse Özel’e sormuyor.” Herkes Bahçeli’nin sözü etrafında dönerken, Özgür Özel, doğrudan meseleyi derinlemesine ele alıyor. “Kürtlere devlet vadi”. Yani Kürtlerin kendilerini sahip hissedecekleri bir devlet tanımı… Bu nasıl bir durum? Özgür Özel, muhtemelen bu çerçeveyi en azından kafasında netleştirmiştir. Acaba şimdilerde DEVA Partisi milletvekili olan Cengiz Çandar’ın “Paradigma değişikliği” dediği şey bu mu? Aslında şunu söylemek doğru olur: Süreç ne yazık ki oraya varacaktır. Silahlar sussun, toprağa gömülsün ama Kürtlerin sistem içindeki statüsü ne olacak? “Türk’ün Kürt’ü sevmek zorunda olması” nasıl bir yapı oluşturacak? Özgür Özel, acaba sorun Meclis’e geldiğinde bu “Devlet modeli”ni gündeme getirecek hazırlığı yapıyor mu?
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploması, İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edildi. 18 Mart 2025’te alınan bu karar, siyaset dünyasında yankı uyandırdı. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet...
Devamını Oku..