Örgütsel imaj, terör örgütlerinin en hayati ve varoluşsal bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaçınılmaz olarak bu gruplar, hedef kitlelerinde oluşturmayı amaçladıkları olumlu kurumsal imajın sürekli olarak geliştirilmesini ve korunmasını içeren imaj yönetimi faaliyetlerine girişmektedir. Bununla birlikte, çeşitli olaylar ve koşullar, terör örgütlerinin imaj kaybına ve zarar görmesine yol açabilmekte, onları imaj restorasyonu olarak bilinen strateji ve faaliyetlere yöneltebilmektedir.
William Benoit’in iletişim çalışmaları alanında geliştirdiği imaj restorasyonu teorisine göre her organizasyon yapısı, farklı olaylar sonucunda sarsıldıktan sonra imajını onarmaya çalışır. Bu bağlamda örgütsel yapılar “inkar”, “suç veya kusuru başkalarına atfetme”, imajı sarsan eylemi haklı çıkarma ve özür dileme gibi bir dizi onarma stratejisine başvurabilmektedir. Bu stratejiler örgütsel yapı özelliği taşıyan terör örgütleri tarafından sıklıkla kullanılmakta ve PKK terör örgütü bu bağlamda önemli bulgular sunmaktadır.
PKK’nın imaj stratejileri
PKK terör örgütü kurulduğu ilk yıllardan itibaren imaj yönetimi ve restorasyona büyük ihtiyaç duymuştur. Bu durum ilk kez 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında Türkiye’nin güneydoğusundaki Kürt yerleşim birimlerine yönelik terör eylemleriyle kendini gösterdi. PKK’nın temsil ettiğini iddia ettiği Kürt halkına ve sivillere yönelik eylemleri ciddi bir çelişki ve tepkiye neden olurken, PKK “mücadele için eylemin gerekliliği ve devrimci şiddet” söylemiyle imaj kaybını onarmaya çalıştı. Bu strateji aynı zamanda PKK’nın gerçekleştirdiği canlı bomba saldırılarının yarattığı imaj kayıplarını telafi etmek için de kullanıldı.
Ancak PKK, örgütsel ve operasyonel başarısızlıkları nedeniyle de imaj kaybı yaşadı. Kendisini “yenilmez” ve “çok güçlü” bir örgüt olarak göstermeye çalışan bu terör örgütü, taktik ve stratejik “hedeflerine” ulaşamadı. Türk güvenlik güçlerine darbe aldıktan sonra sözler vermiş ve bu nedenle ortaya çıkan imaj kaybını farklı stratejilerle onarmaya çalışmıştı. Bu bağlamda grup, başarısızlıklarını “NATO’nun ikinci en güçlü ülkesi olan Türkiye ile mücadelenin zorluğu”, “Kürt halkının PKK’ya yetersiz desteği” veya “içeride hainlerin varlığı” gibi stratejik söylemlerle meşrulaştırmaya çalıştı. PKK’ya ve örgüte verdikleri zararlar.”
1999-2000 yılları PKK’nın imaj restorasyon ihtiyacını en yoğun hissettiği dönem oldu. 1999’da liderinin yakalanması ve 2000’de sözde “olağanüstü kurultay” örgütün imajında büyük bir yıkıma neden oldu. Bu yenilginin ardından örgüt liderinin yakalanması “uluslararası komplo” olarak nitelendirildi. Örgütün ideolojisindeki değişiklik, “yeni uluslararası koşullara ve çağa ayak uydurmak” olarak tanımlandı ve bir zorunluluk olarak, tıpkı sosyalizm gibi, devrim ve bağımsız bir devlet kurma fikirleri de “modası geçmiş” olarak nitelendirildi. Bu stratejiler yardımıyla örgütün sarsılan imajı onarılmaya çalışıldı.
Ancak yeni KCK paradigması ile eski paradigma arasındaki derin çelişki buna uygun bir zemin oluşturamadı. Örneğin 2000 öncesinde bağımsızlık ve devlet olma hedefinin (özerklik gibi) her türlü alternatifi “Türkiye’ye ihanet ve teslimiyet” olarak tanımlanırken, 2005’ten sonra KCK paradigması “demokratik özerkliğe” dayalı bir anlayışı benimsedi. Bunlar gibi faktörler, eksik bir görüntü restorasyonuna yol açtı.
‘Devrimci halk savaşı’: Sonun başlangıcı
PKK, 2010’lu yılların ilk beş yılını demokratik çözüme ulaşmak, terörü ve şiddeti sona erdirmek yerine büyük bir ayaklanmaya hazırlık dönemi olarak geçirdi. 2015’in ikinci yarısından itibaren ise “devrimci halk savaşı” adını verdiği stratejiyle Türkiye’nin güneydoğusunda isyan girişiminde bulunuyor. PKK, bu isyan girişimiyle, “şehir gerillası” modelini temel alan bir taktikle, Türkiye’nin güneydoğusundaki bazı bölgelerde sözde “kurtarılmış alanlar” oluşturmayı amaçladı. Bu bağlamda PKK’nın bölgedeki sivillere ve yerel halka yönelik baskı, tehdit ve saldırıları örgütün imajının çöküşünün başlangıcı oldu. Sivillerin ölümü, şehirlerin yok edilmesi bu sarsıntıyı daha da derinleştirdi. Bu süreç PKK açısından örgütsel imaj açısından “sonun başlangıcı” oldu.
Bu sürecin ardından 27 Mayıs 2019’da başlatılan Pençe Operasyonları PKK’yı büyük ölçüde Irak sahasına sıkıştırdı. Bu dönemde PKK, “tüm Kürtlerin koruyucusu, öncüsü ve temsilcisi” imajından sıyrılmış ve “demokratik özerklik” hedefi, tek amacı örgütsel varlığını korumak olan bir terör örgütü haline gelmiştir. Böylece PKK kaçınılmaz olarak savunma anlayışına yönelerek ittifak kurabileceği aktörler arayışına girdi. Bu alanda Türkiye’ye karşı varlığını korumaya çalışan PKK, İran ve İran destekli milis gruplarla ittifak geliştirmeye başladı. Bu ittifak Sincar bölgesinde, Kuzey Irak’ın farklı bölgelerinde ve Türkiye’nin Irak’taki yerleşimlerine yönelik saldırılarda da kendini gösterdi.
Bununla birlikte Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) düşmanlığını açıkça ortaya koyan terör örgütü, hem Türkiye’de hem de Irak’ta yaşayan Kürt halkından ciddi tepki görmeye başladı. Bu durum PKK’nın özellikle Irak arenasında “İran’ın taşeronu” olarak algılanmasına da yol açtı. Bu durum, 2015’ten sonra çöken terör örgütünün imajını daha da olumsuz hale getirdi.
YPG faktörü: Güçlendirici mi yoksa yıkıcı mı?
PKK, Irak sahasında imaj kaybı yaşarken, bu kaybı PKK’nın Suriye kolu YPG üzerinden telafi etmeye çalıştı. YPG, PKK’nın KCK paradigmasına geçişinin yarattığı imaj kaybını ve PKK’nın devletçilik ve sosyalizmi terk etmesinin yarattığı paradoksu telafi etmek için geçerli bir alternatif olarak görüldü. Dolayısıyla YPG, PKK tarafından Suriye’de PKK/KCK paradigmasını, demokratik özerkliği ve “ekolojik toplum”u inşa edecek bir aktör olarak tasavvur edildi. Bu sayede ciddi bir imaj restorasyonunun gerçekleştirilmesi amaçlandı.
Ancak bu hedef kısa sürede tersine döndü ve başarısız oldu. YPG ilk olarak işgal ettiği ve kontrol ettiği bölgelerde yerel halka baskı yapmaya, saldırmaya ve hatta etnik temizliğe başladı. Türkiye’nin bu bölgelerdeki operasyonlarına karşı sivil halkı canlı kalkan olarak kullanmaya çalıştı. Kritik altyapı olanaklarını insanlardan ziyade kurumsal lojistik kapasite için kullanarak halkı mağdur etti. Türkiye’nin operasyonlarını “Kürt halkına yönelik saldırılar” olarak sunmaya çalışsa da bu çaba imaj restorasyonu açısından yeterli olmadı ve işlevsel olmadı.
Öte yandan YPG, Türkiye’den ve dünyanın farklı yerlerinden kendisiyle işbirliği yapmaya gelen sosyalist militanlarla ittifak kurdu. Hatta bu ittifaka sosyalist terminolojiye ait “enternasyonalist tabur” adını bile verdi. Bu durum, sosyalizmi “modası geçmiş” olarak nitelendiren KCK paradigmasıyla çelişiyor ve bu bağlamda yapılmaya çalışılan imaj restorasyonunu da yok ediyordu. Ayrıca “DEAŞ’a karşı savaşan aktör” imajıyla avantaj elde etmek isteyen YPG, DEAŞ’la gizli işbirliğinin ortaya çıkması ve DEAŞ’ın Suriye’deki varlığının devam etmesi nedeniyle bu amacına ulaşamadı.
Son olarak YPG liderliği ile PKK liderliği arasındaki çelişkiler imaj restorasyonu yerine imaj kaybını hızlandırdı. YPG, ABD ile yakın iş birliği içindeyken, PKK liderliği, PKK’nın hâlâ ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı mücadele ettiği yönünde açıklamalarda bulundu. Bir yandan ABD ve NATO’ya karşı mücadele ve sosyalist militan gruplarla işbirliği yapma söylemini kullanmak, diğer yandan ABD’nin desteğiyle hayatta kalmak ciddi bir çelişki oluşturuyordu. Ayrıca YPG liderliği ile PKK liderliği arasındaki gerilim ve YPG’nin kendisini PKK’dan muaf, ayrı bir örgüt olarak gösterme çabaları da imajının onarılmasını sınırlayan en önemli nedenler arasındaydı. PKK’nın imaj restorasyonu adına çıkmaza girdiğini gösteriyor.
Türkiye’deki imajını büyük ölçüde kaybeden PKK, Pençe Harekatı bölgelerinde Türk ordusuna yönelik yerel ve taktik saldırılarla Irak’ta “örgütsel varlığını ve gücünü koruduğu” imajını oluşturmaya çalışıyor. Ancak YPG, PKK’nın imaj restorasyonu konusunda destekleyici ve güçlendirici bir unsur olmak yerine imaj kaybını derinleştiren bir aktör haline geldi. Bu sonuçta, her görüntü restorasyon hamlesi ve stratejisinin daha fazla görüntü kaybına ve çelişkiye yol açtığını göstermektedir. Bu durum, ne suçlama ve inkar stratejisinin ne de meşrulaştırma stratejisinin artık PKK’ya faydası olmadığını ve PKK’nın imaj restorasyon stratejisi arayışının çıkmaza girdiğini göstermektedir.
*Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Araştırmacısı ve Ph.D. Türkiye Milli Savunma Üniversitesi’nde sahibi