İklim değişikliği artık tüm ülkelerin kalkınma süreçlerini etkileyen önemli bir faktör haline geldi. Son zamanlarda fırtına, sel, kasırga ve kontrol edilemeyen yangınlar gibi ekstrem hava olaylarına daha sık tanık oluyoruz. Geçmişte nadiren karşılaşılan bu gelişmeler artık günlük gündem maddesi haline geldi. Bu bağlamda iklim değişikliğinin etkilerinin halihazırda küresel ölçekte hissedildiğini, gelişmekte olan ülkelerdeki en savunmasız toplulukların en fazla etkilendiğini söylemek doğru olur.
Kalkınma için hayati önem taşıyan tarım, su, sağlık ve altyapı gibi kritik sektörler, değişen iklimin olumsuz etkilerini derinden yaşıyor. Gıda güvenliği, su kaynakları, insan sağlığı ve altyapı bütünlüğü üzerindeki yıkıcı etkiler, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum sağlamaya yönelik acil kapsamlı eylem ihtiyacını giderek daha fazla vurgulamaktadır. Bu bağlamda yatırım planlamasına güçlü mali destek sağlayan çerçevelerin ana hatlarıyla belirlenmesi önemlidir.
Bu nedenle iklim değişikliğinin kalkınma süreçleri üzerindeki olumsuz etkilerini en yakından gözlemleyebileceğimiz, küresel kalkınma ve iklim finansmanı bağlamındaki son gelişmelere dair fikir verebileceğimiz birkaç sektöre değinmek faydalı olacaktır.
Kilit sektörleri yönetmek
İklim değişikliğinin getirdiği riskler her sektörü aynı ölçüde ve aynı şekilde etkilemese de, ekonomik faaliyetlerin birbirine bağlı yapısı, etkisinin neredeyse tüm sektörlerde neredeyse her yerde bulunmasına neden oluyor. Bu makalede ele alınan sektörlerin konunun yalnızca sınırlı bir kısmını temsil ettiğini belirtmekte fayda var.
İklim değişikliği denilince akla ilk gelen sektörlerden biri, gelişmekte olan ekonomiler için hayati önem taşıyan ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı oldukça hassas olan tarımdır. Aşırı hava olaylarının yanı sıra sıcaklık ve yağış düzenindeki değişiklikler mahsul verimini olumsuz etkileyerek gıda güvenliğine ciddi tehditler oluşturuyor. Bu da yüksek gıda fiyatlarına, yetersiz beslenmeye, açlığa ve gelecekte yaşanabilecek potansiyel kıtlıklara yol açabilir. Dünya Bankası verilerine göre, iklim değişikliğinin 2030 yılına kadar 132 milyon insanı daha aşırı yoksulluğa sürükleyeceği öngörülüyor. Temel neden ise iklim değişikliğinin tarım sektörü üzerindeki etkileri olarak belirlendi.
Gelişmekte olan ülkelerdeki en yoksul ve en savunmasız kesimler gıda güvensizliğinden orantısız bir şekilde etkileniyor ve artan gıda fiyatlarıyla başa çıkmak için gereken kaynaklara erişimden yoksun kalıyor. Bu konu gıda sistemleri çerçevesinin ötesine uzanıyor ve göç kalıpları ve sosyo-ekonomik değişimler bağlamında önem taşıyor. 2019 yılında Doğu Afrika’da kuraklık ve hava koşullarından kaynaklanan mahsul kıtlığı, milyonlarca insanın göç etmesine, açlığa ve sosyo-ekonomik bozulmalara neden oldu. Sonuç olarak, özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu tür durumlar, ele aldığımız kırılganlıkları ve kalkınma bağlamında yaşanan zorlukları ön plana çıkarıyor.
İklim kaynaklı sıcak hava dalgalarının sektör üzerindeki etkisine ilişkin olarak, önde gelen reasürans şirketi Swiss Re’nin verileri, kuraklık nedeniyle mahsul kıtlığı veya kontrol edilemeyen yangınlar nedeniyle mülklerin zarar görmesi gibi ısıyla bağlantılı felaketler için sigorta şirketlerinin ödediği tutarın, Son beş yılda 46,4 milyar dolara ulaştı. Geçtiğimiz beş yılda bu tutarın 29,4 milyar dolar olduğu dikkate alındığında sigorta sektörünün iklim kaynaklı riskler nedeniyle ciddi bir ekonomik tehditle karşı karşıya olduğu açıkça görülüyor.
Bir diğer önemli sektör ise su kaynaklarının yönetimi ile ilgilidir. İklim değişikliği küresel su kaynakları üzerindeki baskıyı artırarak tarım, sanayi ve halk sağlığı gibi alanları etkiliyor. Kuraklık, seller ve yükselen deniz seviyeleri, özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkileyerek suya erişimi ve yönetimini zorlaştırıyor. Kuraklık ve orman yangınları bitki örtüsünün ve ağaç örtüsünün tükenmesine yol açarak toprak erozyonunu yoğunlaştırıyor. Sonuç olarak bu, yeraltı suyunun yenilenmesini azaltır, su kıtlığı ve gıda güvensizliği riskini artırır.
Talep tarafında ise artan su ihtiyaçları, enerji yoğun su pompalama, taşıma ve arıtma işlemlerinin artmasına katkıda bulunuyor. Bu talepteki dengesizlikler veya fazlalıklar su güvenliği açısından tehdit oluşturmaktadır. Afrika’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan kuraklıklar tarımsal üretimi aksatıyor, gıda güvenliğini ve ekonomik istikrarı olumsuz etkiliyor. Adil suya erişim ve sürdürülebilir su yönetimi uygulamaları, iklim değişikliğine karşı dayanıklılık oluşturmak için şüphesiz gereklidir.
İklim değişikliğinin etkileri yoğunlaştıkça ülkelerin dış politikalarında sınır ötesi su politikalarının ele alınması zorunlu hale geliyor. Su kaynaklarını yönetmek giderek zorlaşıyor ve mevcut su kaynaklarının komşu ülkeler arasında adil paylaşımı daha hassas bir uluslararası konu haline gelecek.
İklim değişikliği sadece çevresel bir kriz değil, aynı zamanda halk sağlığına da ciddi bir tehdit oluşturuyor. Artan sıcaklıklar sıcak çarpması, dehidrasyon ve artan sıcaklıklarla ilişkili hastalıklar gibi riskler oluştururken, yağış düzenindeki değişiklikler kolera ve tifo gibi su kaynaklı hastalıkları artırabilir.
İklim değişikliği aynı zamanda sivrisinek ve kene gibi hastalık taşıyan böceklerin yayılmasına da katkıda bulunuyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, iklim değişikliğinin 2030 ile 2050 yılları arasında her yıl ilave 250.000 ölüme neden olması bekleniyor; bunların başlıca nedenleri arasında yetersiz beslenme, sıtma, ishal ve sıcaklık stresi yer alıyor. Sıcak hava dalgaları, sel ve kuraklık gibi aşırı hava olayları ölüm oranlarının artmasına ve hastalıkların yayılmasına katkıda bulunuyor.
Hindistan ve Pakistan’da 2021’de yaşanan sıcak hava dalgası gibi olaylar, iklim kaynaklı sıcaklık artışlarının ciddi sonuçlarına dikkat çekiyor. Halk sağlığının korunması, uyum önlemlerinin uygulanması ve etkili hastalık izleme sistemlerinin kurulması için acil eylemlere ihtiyaç var. Ek olarak, sıcaklık artışları açık havada çalışanlar için bir tehdit oluşturarak ölüme, yaralanmaya, hastalığa ve üretkenliğin azalmasına neden olur. Kanada’nın Britanya Kolumbiyası’nda yapılan bir araştırma, 2021 sıcak hava dalgası sırasında tazminat gerektiren işyeri yaralanmalarında önceki üç yıllık ortalamaya göre %180 artış olduğunu ortaya çıkardı. Sonuç olarak, iklim değişikliğinin ekonomik faaliyetlerde ve işgücü piyasasında düzenleyici değişikliklere yol açması ve gelecekte halk sağlığını ve düzenleyici çerçeveleri etkilemesi muhtemeldir.
İklim değişikliği; sel, toprak kayması ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi aşırı hava olaylarının sıklığını ve yoğunluğunu artırarak ulaşım ve iletişim ağları gibi altyapıları etkiliyor. Bu durum yollara, köprülere ve temel altyapıya zarar vererek ulaşım ve temel hizmetlere erişimi engelleyebilir. Örneğin, 2019’daki Idai Kasırgası Mozambik, Zimbabve ve Malavi’deki altyapıya ciddi hasar vererek milyonlarca insanı su ve sanitasyon gibi temel hizmetlere erişimden mahrum bıraktı. Bu ülkelerin mevcut kalkınma finansmanı mimarisindeki kaynaklara zaten sınırlı erişime sahip olduğu göz önüne alındığında, bu tür felaketlerden kaynaklanan milyarlarca dolara varan tahmini mali zarar, bu ülkelerin kalkınma finansmanı bağlamları açısından son derece zararlı olabilir.
Bu gibi olaylar, gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya olduğu kırılganlığı ve kırılganlığı vurgulamaktadır. Bu felaketlerin mali etkileri milyarlarca doları bulan kayıplara neden oluyor. İklime dayanıklı altyapıya, afet hazırlığına ve erken uyarı sistemlerine yatırım yapmak, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve toplulukların iklim değişikliğinin etkilerinden korunması açısından büyük önem taşıyor.
Sisteme ilişkin beklentiler
Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği karşısında karşılaştığı zorluklar, mevcut finansal mimarinin eksiklikleri göz önüne alındığında daha da kötüleşiyor. Gelişmekte olan ülkeler halihazırda mevcut finansman çerçevesi içerisinde hibelere ve imtiyazlı kredilere erişimde zorluklarla karşılaşmaktadır. Ayrıca kurumsal kapasite sınırlamaları nedeniyle fonlanabilir projeler oluşturma ve uygulama konusunda zorluklarla karşılaşıyorlar. Üstelik küresel ölçekte artan faiz oranlarının da bu duruma bir katkısı yok; bunun yerine borç düzeyi yüksek olan bu ülkeleri önümüzdeki dönemde kaçınılmaz görünen bir sarmalın içine sürüklüyorlar.
Bu sorunlara dikkate değer bir yanıt, Barbados Başbakanı Mia Mottley tarafından 2022 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP27) başlatılan Bridgetown Girişimidir. Bu girişim, iklim ve kalkınma krizlerini daha iyi ele almak için küresel finans sisteminde reform yapılması çağrısında bulunuyor. Temel teklifler arasında iklim değişikliğinden orantısız bir şekilde etkilenen ülkelere yardım etmek için yeni bir kayıp ve hasar fonu kurulması, iklim felaketleri sırasında borç ödemelerinin geçici olarak askıya alınması için kredi anlaşmalarına bir doğal afet maddesinin dahil edilmesi ve iklime dayanıklı altyapı yatırımlarını kolaylaştırmak için daha fazla hibe ve imtiyazlı finansman sağlanması yer alıyor. ve gelişmekte olan ülkelerde uyum önlemleri.
Bu girişimin ardından Haziran ayında Paris’te düzenlenen Yeni Küresel Mali Pakt Zirvesi, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir. Zirve, Bridgetown Girişiminin ivmesini sürdürmek için bir fırsat sundu.
100’den fazla ülkeden temsilcinin katıldığı zirvede, mali kaynakların etkili bir şekilde harekete geçirilmesinin aciliyeti vurgulandı. Aynı zamanda iklim değişikliği, kalkınma ve finansal sistemler arasındaki bağlantıların ele alınmasına da fırsat sağladı.
Zirvenin dikkate değer sonuçlarından biri, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamasına yardımcı olacak kaynakları artırma taahhüdü oldu. Mevcut finansman seviyelerinin yetersizliği dikkate alındığında bu olumlu bir niyet beyanıdır. Zirvede ayrıca küresel finans sisteminin iklim krizine daha duyarlı hale getirilmesi ihtiyacı da tartışıldı. Bu, gelişmekte olan ülkelere daha fazla hibe ve imtiyazlı finansman sağlanmasını ve iklim değişikliğinin neden olduğu kayıp ve hasara yönelik yeni mekanizmalar oluşturulmasını içermektedir.
Yeni Küresel Mali Pakt Zirvesi ve Bridgetown Girişimi, küresel mali mimarinin geliştirilmesinde önemli ilerlemeye işaret ediyor. Ancak daha fazlasının yapılması gerektiği açıktır.
Dünyanın en zengin ülkeleri taahhütlerini yerine getirmeli, bu taahhütleri güçlendirmeli ve gelişmekte olan ülkelere ihtiyaç duyulan finansmanın sağlanmasını sağlamalıdır. Bu, bu ülkelerin iklim direncini artırmalarına ve sürdürülebilir kalkınma yolunda kalmalarına yardımcı olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaları için yeterli kaynak ayrılmasına yönelik çabaların önemli ölçüde artırılması gerekmektedir. Tüm bunların ötesinde, özellikle jeopolitik gelişmelerin iklim finansmanına kaynak ayırma konusunda tereddütlere yol açtığı bir dönemde, gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelede öncü rol oynaması ve gelişmekte olan ülkelere desteklerini ortaya koyması gerekiyor.
İklim değişikliği, dünya çapındaki kalkınma sürecini yeniden şekillendiren, acil müdahale gerektiren küresel bir krizdir. Son Yeni Küresel Mali Pakt Zirvesi, mali desteğe duyulan ihtiyaç konusunda küresel farkındalığı ortaya koyuyor. Ancak jeopolitik gerilimlerin iklim finansmanını yeniden yapılandırma çabalarına gölge düşürmemesi gerekiyor. Eğer iklim değişikliğini bugün ele almazsak, etkileri gelecek nesiller için savaşlar kadar derin olacaktır. Sürdürülebilir bir gelecek ve dayanıklı bir dünya sağlamak için acil, işbirlikçi ve kararlı eylem tüm ülkelerin ortak sorumluluğudur.
*Türkiye merkezli profesör
**Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda Uzman
İklim değişikliği artık tüm ülkelerin kalkınma süreçlerini etkileyen önemli bir faktör haline geldi. Son zamanlarda fırtına, sel, kasırga ve kontrol edilemeyen yangınlar gibi ekstrem hava olaylarına daha sık tanık oluyoruz. Geçmişte nadiren karşılaşılan bu gelişmeler artık günlük gündem maddesi haline geldi. Bu bağlamda iklim değişikliğinin etkilerinin halihazırda küresel ölçekte hissedildiğini, gelişmekte olan ülkelerdeki en savunmasız toplulukların en fazla etkilendiğini söylemek doğru olur.
Kalkınma için hayati önem taşıyan tarım, su, sağlık ve altyapı gibi kritik sektörler, değişen iklimin olumsuz etkilerini derinden yaşıyor. Gıda güvenliği, su kaynakları, insan sağlığı ve altyapı bütünlüğü üzerindeki yıkıcı etkiler, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum sağlamaya yönelik acil kapsamlı eylem ihtiyacını giderek daha fazla vurgulamaktadır. Bu bağlamda yatırım planlamasına güçlü mali destek sağlayan çerçevelerin ana hatlarıyla belirlenmesi önemlidir.
Bu nedenle iklim değişikliğinin kalkınma süreçleri üzerindeki olumsuz etkilerini en yakından gözlemleyebileceğimiz, küresel kalkınma ve iklim finansmanı bağlamındaki son gelişmelere dair fikir verebileceğimiz birkaç sektöre değinmek faydalı olacaktır.
Kilit sektörleri yönetmek
İklim değişikliğinin getirdiği riskler her sektörü aynı ölçüde ve aynı şekilde etkilemese de, ekonomik faaliyetlerin birbirine bağlı yapısı, etkisinin neredeyse tüm sektörlerde neredeyse her yerde bulunmasına neden oluyor. Bu makalede ele alınan sektörlerin konunun yalnızca sınırlı bir kısmını temsil ettiğini belirtmekte fayda var.
İklim değişikliği denilince akla ilk gelen sektörlerden biri, gelişmekte olan ekonomiler için hayati önem taşıyan ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı oldukça hassas olan tarımdır. Aşırı hava olaylarının yanı sıra sıcaklık ve yağış düzenindeki değişiklikler mahsul verimini olumsuz etkileyerek gıda güvenliğine ciddi tehditler oluşturuyor. Bu da yüksek gıda fiyatlarına, yetersiz beslenmeye, açlığa ve gelecekte yaşanabilecek potansiyel kıtlıklara yol açabilir. Dünya Bankası verilerine göre, iklim değişikliğinin 2030 yılına kadar 132 milyon insanı daha aşırı yoksulluğa sürükleyeceği öngörülüyor. Temel neden ise iklim değişikliğinin tarım sektörü üzerindeki etkileri olarak belirlendi.
Gelişmekte olan ülkelerdeki en yoksul ve en savunmasız kesimler gıda güvensizliğinden orantısız bir şekilde etkileniyor ve artan gıda fiyatlarıyla başa çıkmak için gereken kaynaklara erişimden yoksun kalıyor. Bu konu gıda sistemleri çerçevesinin ötesine uzanıyor ve göç kalıpları ve sosyo-ekonomik değişimler bağlamında önem taşıyor. 2019 yılında Doğu Afrika’da kuraklık ve hava koşullarından kaynaklanan mahsul kıtlığı, milyonlarca insanın göç etmesine, açlığa ve sosyo-ekonomik bozulmalara neden oldu. Sonuç olarak, özellikle gelişmekte olan ülkelerde bu tür durumlar, ele aldığımız kırılganlıkları ve kalkınma bağlamında yaşanan zorlukları ön plana çıkarıyor.
İklim kaynaklı sıcak hava dalgalarının sektör üzerindeki etkisine ilişkin olarak, önde gelen reasürans şirketi Swiss Re’nin verileri, kuraklık nedeniyle mahsul kıtlığı veya kontrol edilemeyen yangınlar nedeniyle mülklerin zarar görmesi gibi ısıyla bağlantılı felaketler için sigorta şirketlerinin ödediği tutarın, Son beş yılda 46,4 milyar dolara ulaştı. Geçtiğimiz beş yılda bu tutarın 29,4 milyar dolar olduğu dikkate alındığında sigorta sektörünün iklim kaynaklı riskler nedeniyle ciddi bir ekonomik tehditle karşı karşıya olduğu açıkça görülüyor.
Bir diğer önemli sektör ise su kaynaklarının yönetimi ile ilgilidir. İklim değişikliği küresel su kaynakları üzerindeki baskıyı artırarak tarım, sanayi ve halk sağlığı gibi alanları etkiliyor. Kuraklık, seller ve yükselen deniz seviyeleri, özellikle gelişmekte olan ülkeleri etkileyerek suya erişimi ve yönetimini zorlaştırıyor. Kuraklık ve orman yangınları bitki örtüsünün ve ağaç örtüsünün tükenmesine yol açarak toprak erozyonunu yoğunlaştırıyor. Sonuç olarak bu, yeraltı suyunun yenilenmesini azaltır, su kıtlığı ve gıda güvensizliği riskini artırır.
Talep tarafında ise artan su ihtiyaçları, enerji yoğun su pompalama, taşıma ve arıtma işlemlerinin artmasına katkıda bulunuyor. Bu talepteki dengesizlikler veya fazlalıklar su güvenliği açısından tehdit oluşturmaktadır. Afrika’nın çeşitli bölgelerinde yaşanan kuraklıklar tarımsal üretimi aksatıyor, gıda güvenliğini ve ekonomik istikrarı olumsuz etkiliyor. Adil suya erişim ve sürdürülebilir su yönetimi uygulamaları, iklim değişikliğine karşı dayanıklılık oluşturmak için şüphesiz gereklidir.
İklim değişikliğinin etkileri yoğunlaştıkça ülkelerin dış politikalarında sınır ötesi su politikalarının ele alınması zorunlu hale geliyor. Su kaynaklarını yönetmek giderek zorlaşıyor ve mevcut su kaynaklarının komşu ülkeler arasında adil paylaşımı daha hassas bir uluslararası konu haline gelecek.
İklim değişikliği sadece çevresel bir kriz değil, aynı zamanda halk sağlığına da ciddi bir tehdit oluşturuyor. Artan sıcaklıklar sıcak çarpması, dehidrasyon ve artan sıcaklıklarla ilişkili hastalıklar gibi riskler oluştururken, yağış düzenindeki değişiklikler kolera ve tifo gibi su kaynaklı hastalıkları artırabilir.
İklim değişikliği aynı zamanda sivrisinek ve kene gibi hastalık taşıyan böceklerin yayılmasına da katkıda bulunuyor. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre, iklim değişikliğinin 2030 ile 2050 yılları arasında her yıl ilave 250.000 ölüme neden olması bekleniyor; bunların başlıca nedenleri arasında yetersiz beslenme, sıtma, ishal ve sıcaklık stresi yer alıyor. Sıcak hava dalgaları, sel ve kuraklık gibi aşırı hava olayları ölüm oranlarının artmasına ve hastalıkların yayılmasına katkıda bulunuyor.
Hindistan ve Pakistan’da 2021’de yaşanan sıcak hava dalgası gibi olaylar, iklim kaynaklı sıcaklık artışlarının ciddi sonuçlarına dikkat çekiyor. Halk sağlığının korunması, uyum önlemlerinin uygulanması ve etkili hastalık izleme sistemlerinin kurulması için acil eylemlere ihtiyaç var. Ek olarak, sıcaklık artışları açık havada çalışanlar için bir tehdit oluşturarak ölüme, yaralanmaya, hastalığa ve üretkenliğin azalmasına neden olur. Kanada’nın Britanya Kolumbiyası’nda yapılan bir araştırma, 2021 sıcak hava dalgası sırasında tazminat gerektiren işyeri yaralanmalarında önceki üç yıllık ortalamaya göre %180 artış olduğunu ortaya çıkardı. Sonuç olarak, iklim değişikliğinin ekonomik faaliyetlerde ve işgücü piyasasında düzenleyici değişikliklere yol açması ve gelecekte halk sağlığını ve düzenleyici çerçeveleri etkilemesi muhtemeldir.
İklim değişikliği; sel, toprak kayması ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi aşırı hava olaylarının sıklığını ve yoğunluğunu artırarak ulaşım ve iletişim ağları gibi altyapıları etkiliyor. Bu durum yollara, köprülere ve temel altyapıya zarar vererek ulaşım ve temel hizmetlere erişimi engelleyebilir. Örneğin, 2019’daki Idai Kasırgası Mozambik, Zimbabve ve Malavi’deki altyapıya ciddi hasar vererek milyonlarca insanı su ve sanitasyon gibi temel hizmetlere erişimden mahrum bıraktı. Bu ülkelerin mevcut kalkınma finansmanı mimarisindeki kaynaklara zaten sınırlı erişime sahip olduğu göz önüne alındığında, bu tür felaketlerden kaynaklanan milyarlarca dolara varan tahmini mali zarar, bu ülkelerin kalkınma finansmanı bağlamları açısından son derece zararlı olabilir.
Bu gibi olaylar, gelişmekte olan ülkelerin karşı karşıya olduğu kırılganlığı ve kırılganlığı vurgulamaktadır. Bu felaketlerin mali etkileri milyarlarca doları bulan kayıplara neden oluyor. İklime dayanıklı altyapıya, afet hazırlığına ve erken uyarı sistemlerine yatırım yapmak, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve toplulukların iklim değişikliğinin etkilerinden korunması açısından büyük önem taşıyor.
Sisteme ilişkin beklentiler
Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği karşısında karşılaştığı zorluklar, mevcut finansal mimarinin eksiklikleri göz önüne alındığında daha da kötüleşiyor. Gelişmekte olan ülkeler halihazırda mevcut finansman çerçevesi içerisinde hibelere ve imtiyazlı kredilere erişimde zorluklarla karşılaşmaktadır. Ayrıca kurumsal kapasite sınırlamaları nedeniyle fonlanabilir projeler oluşturma ve uygulama konusunda zorluklarla karşılaşıyorlar. Üstelik küresel ölçekte artan faiz oranlarının da bu duruma bir katkısı yok; bunun yerine borç düzeyi yüksek olan bu ülkeleri önümüzdeki dönemde kaçınılmaz görünen bir sarmalın içine sürüklüyorlar.
Bu sorunlara dikkate değer bir yanıt, Barbados Başbakanı Mia Mottley tarafından 2022 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP27) başlatılan Bridgetown Girişimidir. Bu girişim, iklim ve kalkınma krizlerini daha iyi ele almak için küresel finans sisteminde reform yapılması çağrısında bulunuyor. Temel teklifler arasında iklim değişikliğinden orantısız bir şekilde etkilenen ülkelere yardım etmek için yeni bir kayıp ve hasar fonu kurulması, iklim felaketleri sırasında borç ödemelerinin geçici olarak askıya alınması için kredi anlaşmalarına bir doğal afet maddesinin dahil edilmesi ve iklime dayanıklı altyapı yatırımlarını kolaylaştırmak için daha fazla hibe ve imtiyazlı finansman sağlanması yer alıyor. ve gelişmekte olan ülkelerde uyum önlemleri.
Bu girişimin ardından Haziran ayında Paris’te düzenlenen Yeni Küresel Mali Pakt Zirvesi, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir kilometre taşı olarak değerlendirilebilir. Zirve, Bridgetown Girişiminin ivmesini sürdürmek için bir fırsat sundu.
100’den fazla ülkeden temsilcinin katıldığı zirvede, mali kaynakların etkili bir şekilde harekete geçirilmesinin aciliyeti vurgulandı. Aynı zamanda iklim değişikliği, kalkınma ve finansal sistemler arasındaki bağlantıların ele alınmasına da fırsat sağladı.
Zirvenin dikkate değer sonuçlarından biri, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine uyum sağlamasına yardımcı olacak kaynakları artırma taahhüdü oldu. Mevcut finansman seviyelerinin yetersizliği dikkate alındığında bu olumlu bir niyet beyanıdır. Zirvede ayrıca küresel finans sisteminin iklim krizine daha duyarlı hale getirilmesi ihtiyacı da tartışıldı. Bu, gelişmekte olan ülkelere daha fazla hibe ve imtiyazlı finansman sağlanmasını ve iklim değişikliğinin neden olduğu kayıp ve hasara yönelik yeni mekanizmalar oluşturulmasını içermektedir.
Yeni Küresel Mali Pakt Zirvesi ve Bridgetown Girişimi, küresel mali mimarinin geliştirilmesinde önemli ilerlemeye işaret ediyor. Ancak daha fazlasının yapılması gerektiği açıktır.
Dünyanın en zengin ülkeleri taahhütlerini yerine getirmeli, bu taahhütleri güçlendirmeli ve gelişmekte olan ülkelere ihtiyaç duyulan finansmanın sağlanmasını sağlamalıdır. Bu, bu ülkelerin iklim direncini artırmalarına ve sürdürülebilir kalkınma yolunda kalmalarına yardımcı olacaktır. Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaları için yeterli kaynak ayrılmasına yönelik çabaların önemli ölçüde artırılması gerekmektedir. Tüm bunların ötesinde, özellikle jeopolitik gelişmelerin iklim finansmanına kaynak ayırma konusunda tereddütlere yol açtığı bir dönemde, gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadelede öncü rol oynaması ve gelişmekte olan ülkelere desteklerini ortaya koyması gerekiyor.
İklim değişikliği, dünya çapındaki kalkınma sürecini yeniden şekillendiren, acil müdahale gerektiren küresel bir krizdir. Son Yeni Küresel Mali Pakt Zirvesi, mali desteğe duyulan ihtiyaç konusunda küresel farkındalığı ortaya koyuyor. Ancak jeopolitik gerilimlerin iklim finansmanını yeniden yapılandırma çabalarına gölge düşürmemesi gerekiyor. Eğer iklim değişikliğini bugün ele almazsak, etkileri gelecek nesiller için savaşlar kadar derin olacaktır. Sürdürülebilir bir gelecek ve dayanıklı bir dünya sağlamak için acil, işbirlikçi ve kararlı eylem tüm ülkelerin ortak sorumluluğudur.
*Türkiye merkezli profesör
**Hazine ve Maliye Bakanlığı’nda Uzman