Devlet Bahçeli’nin bilinen açıklamalarının ardından olası bir gelişme ya da yumuşama beklentisi, iktidarın dikkatli olmayan ve yargıdan bağımsız ‘kayyım’ müdahalesi ile büyük bir hayal kırıklığına dönüştü. Daha da önemlisi, DEM Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan’ın, “Bilinmelidir ki Şeyh Saitler, Seyit Rızalar, Mazlumlar, Denizler, Sakineler ne yaptıysa, Kürt halkı ve Türkiye halkları da aynısını yapacaktır!” şeklindeki ifadeleri, umudun üzerine bir ‘Şeyh Sait bombası’ attı ve tüm umutları sabote etti. Daha önce müzakere ve diyalog gibi demokratik yöntemlere vurgu yapılıyordu, fakat Bakırhan bu sözleriyle Kandil’in ve KCK’nın belgelerinde belirtilen ‘silahlı ayaklanma’ stratejisini bir kez daha doğrulamış oldu. Bakırhan, DEM içinde ‘Türkiyelileşme’ akımına karşı en azından Abdullah Öcalan’ın değil, Kandil’in güvenilir isimlerinden biri olarak biliniyor. Bunun yanı sıra, ‘sömürge’ üzerine de söylemleri bulunuyor.
Liberal demokrasiye bağlı hukukçu Mithat Sancar yerine Bakırhan’ın atanması, Kandil’in stratejilerine uygun düşmektedir. Kandil, Temmuz 2015’te Cemil Bayık ve Bese Hozat’ın ağzından gelen ‘devrimci halk savaşı’ ve ‘halkın silahlanması’ çağrılarıyla, Abdullah Öcalan’a rağmen Çözüm Süreci’ni sabote etmişti. Suriye’de elde ettikleri gücü, iktidarın izni ile ‘hendekler’ kazarak Türkiye’ye taşıyabileceklerini düşünmüşlerdi. Devletin silahlı müdahaleleri ise evrensel hukukun temel ilkelerindendir. 25 Temmuz 2015’te devlet, ‘hendek operasyonu’ başlatarak PKK’nın bu iç savaş stratejisini dağıtmıştı.
Şeyh Sait isyanı da silahlı bir ayaklanmaydı. ‘Takrir-i Sükun’ ilanı ile isyan bastırılmış ve ülkede zor bir dönem başlamıştı. Silah, evet, devletin silahını beraberinde getirir. Aklın ve insani değerlerin gereği, Türkiye’nin 21. yüzyılda bir ‘Şeyh Sait – Takrir-i Sükun’ tuzağına düşmemesi adına önlemler alması lazım; aksi halde bu, herkes için bir felaket olur.
Mesele sadece terör değil; temel sorun, PKK ve KCK modelinin Batı tipi demokrasiyi reddeden totaliter bir yapı geliştirmesidir. 2010 yılında Diyarbakır’da yapılan ‘Demokratik Özerklik’ çalıştayında Cengiz Çandar ve Ahmet İnsel, önerilen özerkliğin ‘ütopik, totaliter, Chavez tarzı’ bir proje olduğunu ifade ederek eleştirilerde bulunmuşlardı. Bu eleştiriler tamamen demokratik düşünceye dayanıyordu. Liberal Kürt aydını İhsan Aksoy da benzer şekilde totalitarizm eleştirisini yapmıştı.
KCK Programı’nın 11. maddesine göre, ‘Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumu…’ ifadesi, Führer prensibi/Stalinizm karışımı bir rejim önerisine işaret etmektedir. Örgüt bir alan edinebilir ve buna özerklik denilse bile, totaliter bir sistem kurma niyetinde olacaktır; sokaklarda silahlı milislerin dolaştığı, mülkiyete ve ticarete müdahale eden bir talep olacaktır. Milyonlarca vatandaşımız bu ortamdan kaçmak isteyecektir. Refah ve demokrasi, Türkiye’nin geleceği için hayati öneme sahiptir.
Devlet Bahçeli’nin de gerekli ilgiyi gösterdiği Sayın Ahmet Türk’ün şu sözüne herkesin dikkat etmesi gerekir: ‘Kürtler de bu işin silahla çözülemeyeceğini görmeye başladı. Atılacak doğru adımlar sonucunda sıkıntı da olmaz.’ Tarih boyunca Anadolu topraklarında bir Kürdistan sınırı olmamıştır. Dünyada Türkler ve Kürtler kadar iç içe geçmiş kimlik örneği yoktur. Ayrılma ya da ‘Demokratik Özerklik’ olarak tanımlanması dahi, iç sınır çizimini imkânsız hale getirir. Bir yandan kalanların göçleri, kaçışları ve toplumsal dinamiklerle karşılaşma riski… Tarihteki imparatorluklar altında iç içe yaşamış Hindu ve Müslümanların, araya sınır çizip iki devlet halinde ayrışmaları, birçok ölüme ve yıkıma yol açmıştır. Türkiye 1920’lerde değil, günümüzde ekonomik gelişim ve Cumhuriyet’in eşit vatandaşlık anlayışı ile nüfuslar iç içe geçmiştir. İç sınır çizileceği taktirde, kim nerede kalacak? Kürt sorunu ciddidir, fakat bu kadar iç içe geçmiş bir nüfusta sihirli bir çözüm yoktur. Öncelikle sağduyu ve itidal gereklidir. Bakırhan ve benzeri kişiler tahrikçilikten uzak durmalıdır. İktidar, yargıdan bağımsız kayyım atamamalı ve Kürt yurttaşların hassasiyetlerine saygı gösterdiğini davranışlarıyla ilan etmelidir. Çünkü akıl, ancak ‘makul’ zeminlerde iş görebilir.