Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Çarşamba günü iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) meclis grubuna İsrail-Filistin çatışmasına ilişkin uzun ve tarihi bir konuşma yaptı.
Tüm “makul ve vicdanlı ulusları” Başbakan Binyamin Netanyahu hükümetine “sağduyuyu yeniden benimsemesi” için baskı yapmaya çağırarak bazı önemli noktalara değindi. Erdoğan özellikle Batılı ülkeleri Gazze’deki katliamı görmezden gelmeleri ve ateşkes konusunda baskı yapmamaları nedeniyle ikiyüzlülükle suçladı. Batı’nın İsrail katliamına verdiği desteğin insani ve dini değerlerle bağdaşmadığını vurgulayan Türk lider, insanlığa harekete geçme çağrısında bulundu.
Ancak asıl dikkati şu uyarı çekiyor: “Dünyada barışın hakim olmasını istiyorsak, haçlı ve hilal zihniyetini bir kenara bırakmak gerekir. Aksi takdirde insanlık boşuna zarar görür.” Bu açıklamayı özellikle önemli buldum çünkü İsrail’in Hamas’ı ortadan kaldırma politikasının tehlikeli yansımalarına özgün bir perspektiften ışık tutuyor; İsrail ordusunun Filistinlileri ölümle sürgün arasında seçim yapmak zorunda bırakan ağır bombardımanı Ortadoğu’daki teo-siyaseti körüklüyor. Doğu ve dünya çapında.
İnanç politikayı şekillendirir
Kimliğin değerli bir bileşeni olarak inanç, zaman zaman resmi politikayı da etkiler. Ancak yayılmacılık, işgal ve savaş odaklı söylem ve ideoloji devletlerin nasıl davranacağını belirlediğinde tehlikeli bir teo-politika türü ortaya çıkıyor. İsrail’in 7 Ekim’deki Hamas saldırılarına verdiği tepkiyi meşru müdafaa hakkına atıfta bulunarak meşrulaştıran Batılı hükümetler, bilerek veya bilmeyerek, Netanyahu hükümetinin aşırı dindar, Siyonist ve kıyametvari söylemini teşvik etti.
İsrail’in “ortak gücümüz, doğruluğumuz ve Yahudi halkının ebediyetine olan derin inancımızla Yeşaya’nın Hamas’a karşı kehanetine tanıklık edeceğini” iddia eden Netanyahu, kendisini zaten bir Yahudi ülkesi olarak tanımlayan İsrail’de daha ileri yayılmacı bir söylemi teşvik ediyor. Bu anlamda hükümetinin Gazze’deki yıkım politikasını Tevrat’ın “büyük İsrail devleti” ve “vaadedilen topraklar” teolojisine bağlıyor.
Eski ABD Başkanı George W. Bush’un Irak’ın işgalini bir Haçlı Seferi olarak tanımladığını, Donald Trump’ın sıklıkla Evanjelist bir dil kullandığını, mevcut başkan Joe Biden’ın kendisini Siyonist olarak tanımladığını ve Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in son dönemde İsrail’i “şu şekilde” desteklediğini hatırlayın: bir Yahudi” gibi radikal teolojik açıklamaların insanlık için ciddi bir tehdit oluşturduğunu söylemeye gerek yok.
Bu tehlikenin tamamen farkında olan Türkiye Cumhurbaşkanı, bu hafta başında Papa Francis ile kavgayı sona erdirmek ve Batı’yı hilal ile haç arasında bir çatışma fikrine karşı uyarmak için konuştu.
Ortadoğu’da teo-siyaset
Yayılmacı ve kavgacı teo-siyasetin sömürülmesi Ortadoğu’da eşi benzeri görülmemiş bir durum değil. Hemen akla terör örgütü DEAŞ ve bazı radikal Şii gruplar geliyor. Ancak politikalarının laik değerlere dayandığını ısrarla savunan Batılı devletlerin, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun İsrail’i ışık, diğerlerini ise karanlık olarak gören teo-politik söyleminin oluşturduğu tehlikeyi daha fazla gecikmeden fark etmeleri gerekiyor.
Bugün Washington’un İsrail’e koşulsuz desteğinin gerçekten Amerikan çıkarlarına hizmet edip etmediğini sorgulamak mümkün. Aslında İsrail’in sınırsız nefret ve hırsının ABD’yi Ortadoğu’da yeni çatışmalara sürükleyeceği iddia edilebilir. Batı’nın tarihsel utancının ve borcunun bedelini masum Filistinlilere ödettiğini öne sürmek de mümkün. Bunların hepsi sorunlu konular. Ancak Netanyahu’nun Yahudi teolojisi ile Siyonizm’i harmanlayan teo-politik söylemi, bölgeyi ve dünyanın diğer bölgelerini yakma tehlikesi taşıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan sözlerini esirgemiyor. Batılı liderler aslında Türk cumhurbaşkanının uyarısını dikkate alarak insanlığa yardım edebilirler.