Türkiye’nin ilk insanlı uzay yolculuğu yolculuğu, ilk Türk astronot Alper Gezeravcı’nın fırlatılmasıyla başlıyor. Gezeravcı’nın görevi, uluslararası mürettebatla birlikte 14 gün boyunca çeşitli deneyler yapmak üzere Uluslararası Uzay İstasyonu’na (ISS) yanaşmak olacak. Ax-3 adlı uzay uçuşu misyonu Türkiye, İtalya, İspanya ve İsveç’in ortak bilimsel keşif çalışması olarak hizmet veriyor.
Türkiye için bu uzay görevi Gezeravcı’nın bir sıçramasından çok daha fazlasını ifade ediyor; bu aynı zamanda yeni Uzay Çağı’na girmeyi de içeren “Türkiye Yüzyılı” vizyonunun da yükselişi anlamına geliyor. Türkiye’nin ISS’yle ilk buluşması, uzun vadeli uzay araştırmaları ve teknolojik ilerlemede yer kazanmak anlamına geliyor. Türkiye’nin uzayda işbirliğine dayalı çalışmaları, uzay yolculuğu yapan diğer ülkeler ve özel sektörle başa çıkabilmek için atılacak bu tür stratejik adımlar açısından hayati önem taşıyor.
Daha fazla devletin uzaydaki varlıkları arttıkça ve hak talebinde bulunmaya başladıkça, daha önemli bir rekabet ve işbirliği ikilemine dayanan yeni Uzay Çağı daha da belirginleşiyor. Dolayısıyla yeni Uzay Çağı’nda Türkiye’yi uzayda neler bekliyor, bakmaya değer.
Artan rekabet
20. yüzyıl, Soğuk Savaş’ın iki düşmanı Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve ABD arasındaki üstün uzay uçuşu kapasitesine ulaşma rekabetiyle karakterize edildi. Ancak zamanla Çin gibi daha fazla uluslararası aktör uzayda faaliyet göstermeye başladıkça, siyasi sonuçları olan uzay faaliyetleri de çoğaldı.
Artık uzay, uluslararası sistem ve ilişkiler kapsamında çeşitli perspektiflerin, yorumların ve kaynaklara dayalı hedeflerin tasavvur edilebileceği tartışmalı bir alan olarak ortaya çıkmıştır. Dış uzayın bir devlet veya özel aktörün uydusuna göre iletişim, ekonomi, askeri stratejiler, bölgesel yetki ve egemenlik iddialarını içermesi nedeniyle artık bir etki sarmalı ve güç dinamiği olarak kabul edilmektedir.
1967’de imzalanan Uzay Anlaşması ve 1979 Ay Anlaşması gibi hukuki açıdan bağlayıcı en temel belgelerde evrensel olarak kabul edilmiş kuralların bulunmaması ve gri bölgelerin mevcut olması, aktörler arasındaki her türlü işbirliğini, çatışmayı veya rekabeti düzenleme boşluğunu ortaya koyuyor. Bu, ortaklaşa kabul edilen bir uzay hukuku çerçevesine duyulan ihtiyaç nedeniyle anlaşmazlıklar için yüksek riskler yaratıyor.
Ve artık 80’den fazla ülkenin birçok özel aktörün desteğiyle uzayda varlık gösterdiği göz önüne alındığında, bu kez riskler yüksek. Elon Musk’un SpaceX, Michael T. Suffredini ve Kam Ghaffarian’ın Axiom Space’i ve Jeff Bezos’un Blue Origin ve Ball Aerospace şirketi, uzay araştırma harcamalarının azalmasına yol açtı. Bugün bir SpaceX roketinin fırlatılması, Rusya’nın 60’larda Soyuz uzay aracını fırlatmasından %97 daha ucuz olabilir. Enflasyonun dünya ekonomisi üzerindeki baskısına rağmen küresel uzay endüstrisi sürekli büyüyor.
Aslında, Uzay Vakfı’nın Temmuz ayında yayınlanan bir raporu, uzay ekonomisinin 2022’de %8 artarak 546 milyar dolara yükseldiğini ve son on yılda %91’lik bir büyüme gösterdiğini gösteriyor.
Dolayısıyla hızla büyüyen uzay faaliyetlerinde istikrarın sağlanması, artan rekabet nedeniyle hayati bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor.
Yeni modern uzay yarışı
Yeni Uzay Çağı’nın öncüleri elbette ABD, Çin ve Rusya’dır ancak bu kez dinamikler çok farklı. Özel sektörün yanı sıra Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Japonya, İsrail, Hindistan, Fransa ve İran gibi ülkeler de uzayda hakimiyet sağlamaya yönelik uzay araştırmaları çalışmalarında önemli ilerlemeler kaydetti.
Örneğin Hindistan’ın Chandrayaan-3 misyonu, 23 Ağustos’ta tarihi bir aya iniş gerçekleştirerek uzay yarışmasındaki statüsünü yükseltti. Uzay araştırmasına yeni katılan BAE, astronotu Sultan Al Neyadi’yi altı aylığına ISS’ye göndererek 2023 yılında tarihteki en uzun Arap uzay misyonunu başlattı. Aralarında ilk kadın Suudi astronotu Rayyanah Barnawi’nin de bulunduğu iki Suudi astronot, 2023’te ISS’ye kenetlendi ve Suudi uzay misyonlarının yoğunlaştırılmasına öncülük etti. Bu bağlamda Suudi Arabistan, ekonomisini petrol endüstrisinden uzaklaşıp dış uzay kaynaklarına yönelerek çeşitlendirme stratejisi kapsamında önemli yatırımlar yaptı.
Kuşkusuz en önemli kısım Ay ve Mars’ta yeni bulunan doğal kaynaklardan pay sahibi olmaktır. Bu amaçla ABD, 2023 yılında 50 yıl aradan sonra Artemis 1 ay misyonunu başlatarak, aya geri dönmeyi ve Mars’ta keşif amaçlı yeni görevler üstlenmeyi hedefliyor.
Su, oksijen, hidrojen, nitrojen, alüminyum, karbon ve helyum-3 gibi doğal kaynaklar açısından zengin olduğuna inanılan Ay ve Mars’ta kaynak madenciliği ve araştırmalarının gerçekleştirilmesi amacıyla daha birçok uluslararası misyonun gerçekleştirilmesi planlanıyor. Tüm bu kaynaklar, astronotların yaşam desteği, yakıt ve enerji üretimi, önemli teknoloji ilerlemeleri ve nükleer füzyon için kullanılabilecekleri için arzu edilmektedir. Pek çok ülkenin, doğal rezervlere ilişkin deniz anlaşmazlıklarında olduğu gibi, potansiyel kar elde etmek ve hak talebinde bulunmak için bol miktarda malzeme peşinde koşma tutkusu vardır.
Bu aynı zamanda ulusların hedeflerine ulaşmak için varlıklarını ve uydularını savunmak zorunda kaldıklarını hissettikleri modern savaş yönünü de ortaya koyuyor. Uydular küresel ticaret, iletişim ve siber güvenlik açısından giderek daha önemli hale geldiğinden, onları çeşitli tehditlerden korumak hayati önem taşıyor. Büyük güçlerin ateşlediği füzeler ve silahları test etmek için kendi uydularını havaya uçurması da yeni ortaya çıkan uzay ve çatışma çağının kritik parçalarıdır. Örneğin Rusya, 2021’de yörüngede ISS’yi ve diğer uyduları tehdit edecek enkaz bırakan bir uydusavar silah testi gerçekleştirdi ve bu da tepkiye neden oldu.
ABD ile Çin arasında geniş uzay kapasiteleri nedeniyle genel rekabet yaşanırken, bu yeni uzay evresi aynı zamanda stratejik bir mücadeleyi de içeriyor. Hakim gücün diğer güçlerin hırslarını caydırabildiği bir hegemonya rekabetine dayanır. Yolu açanlar, uzayda başkalarının da uyması beklenebilecek parametreleri, düzenleri ve kuralları belirleyecek. Dolayısıyla diğer ülkeler yeteneklerini geliştirirken uzay bloklarında ittifak kurma seçeneklerini değerlendiriyor.
Sonuçta tüm bu işaretler, uzayın 21. yüzyılda jeopolitik işbirliği ve rekabetin yörüngeye gireceği noktaya doğru ilerlediğini yansıtıyor. Yeni teknoloji ve uzayın ticarileşmesiyle birlikte, sınırlamalar ve olası kurallar dizisi hem teorik hem de pratik olarak tartışılmaya devam ediyor. Ancak uzayın kavramsallaştırılması konusunda fikir birliğinin olmayışı sorunlar yaratabiliyor ve tek taraflı eylemlerin egemenlik temelli hukuki belirsizliğe yol açması nedeniyle gerilimi artırabiliyor.
Bu tür sorunların üstesinden gelmek ve işbirliğini geliştirmek, ancak uzayda müzakerelerde pay sahibi olmak ve uzay uçuşu yapan bir ulus olarak yolculuğa başlamakla mümkün olabilir.
Bu bağlamda Türkiye’nin astronotu Gezeravcı ile başlattığı uzay vizyonu, evrensel olarak kabul edilen düzenin kurulmasında geri kalmamak adına önemli bir adımı bünyesinde barındırıyor. Sonuçta kurallara dayalı uzay düzeninde söz sahibi olmak, uzayda olup biteni olduğu gibi kabul etmeyerek hak aramak Türkiye’nin vizyonuyla uyumlu bir çabadır.
*İbn Haldun Üniversitesi’nde Uzay Güvenliği alanında yüksek lisans mezunu, TRT World’de yapımcı