İş kazaları ve mesleki hastalıklar küresel bir sorun teşkil etmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) son verileri, her yıl yaklaşık üç milyon kişinin iş kazaları ve hastalıkları nedeniyle öldüğünü ve bunun küresel ölçekte 2015’ten bu yana %5’in üzerinde bir artışı yansıttığını belirterek endişe verici bir artışa işaret etmektedir. Küresel iş gücünün yaklaşık 3,5 milyar olduğu düşünüldüğünde, bunun her yıl bin çalışandan birinin iş nedeniyle öldüğü anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Bu, her gün 8.200 ölüm anlamına gelmektedir ve siz bu makaleyi okurken yaklaşık 80 kişi daha ölecektir. Bu istatistikler, küresel iş gücünün mesleki sağlık ve güvenliğini (OHS) korumadaki sürekli zorlukları vurgulamaktadır. Ancak daha da önemlisi, bunlar yalnızca istatistiksel sayılar değildir; her biri, tek bir kazada ailesini, çocuklarını, ideallerini, planlarını ve umutlarını kaybeden insanlardır.
ILO analizine göre, küresel olarak iş kaynaklı ölümlerin çoğunluğu, 2,6 milyon ölüme denk gelen, mesleki hastalıklardan kaynaklanırken, ek olarak 330.000 ölüm de işyeri kazalarından kaynaklanmaktadır. İş kaynaklı ölümlerin önde gelen nedenleri arasında dolaşım hastalıkları, kötü huylu tümörler, mesleki kanserler ve solunum yolu rahatsızlıkları yer alır ve bunlar birlikte toplam ölümlerin dörtte üçünden fazlasını oluşturur. Endüstriyel ve trafik kazaları, kazalardaki ölümlerin birincil kaynağıdır.
Bu bulgular, 27-30 Kasım 2023 tarihlerinde Avustralya, Sidney’de düzenlenen 23. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi’nde sunulan “Daha Güvenli ve Daha Sağlıklı Çalışma Ortamları İçin Bir Çağrı” başlıklı son ILO raporundan kaynaklanmaktadır. Rapor, iş kaynaklı ölümlerde endişe verici bir cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmektedir; erkeklerde (100.000 çalışma çağındaki yetişkinde 51,4) kadınlarda (100.000’de 17,2) önemli ölçüde daha yüksek bir görülme sıklığı vardır. Ek olarak, Asya-Pasifik bölgesi, küresel toplamın %63’ünü oluşturan iş kaynaklı ölüm oranının en yüksek olduğu bölgedir; bu, bölgenin önemli iş gücü büyüklüğünü ve kötü çalışma koşullarını yansıtmaktadır. Küresel üretim bölgeye doğru kaydıkça, küresel kuzey ve batıdan mesleki tehlikelerin ihraç edilmesi ve iş kazalarının aktarılması olgusu, işgücü piyasalarının düzenlenmesinin kaldırılmasından kaynaklanan yeni ve yoğunlaştırılmış İSG risklerinin yanı sıra tanımlayıcı bir tema olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye OECD’de en kötüler arasında
Ne yazık ki, bu küresel tabloda Türkiye en iyiler arasında değil. Türkiye, kendi liginde İSG açısından korkunç bir sicile sahip. İş kazası oranları, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyeleri arasında ve AB-27 ile karşılaştırıldığında en kötüler arasında.
Türkiye’de 2023 yılında ülke çapında 620.000’den fazla iş kazası meydana geldi. İş kazası sayısı, o yıl büyük bir İSG reformu yapılmış olmasına rağmen, 2012’den bu yana her yıl istikrarlı bir şekilde artıyor. İş kazası sayısı 2012’de yıllık yaklaşık 73.000’den 2013’te 191.000’e, 2017’de 356.000’e, 2018’de 432.000’e, 2022’de 511.000’e çıktı ve son olarak 2023’ün sonunda yıllık 621.000’lik tarihi bir rekora ulaştı.
Her yıl yaklaşık 2.000 çalışan yeterli mesleki sağlık ve güvenlik önlemlerinin olmaması nedeniyle ölüyor ve bu sayının iki katından fazlası kalıcı olarak iş göremez hale geliyor ve bir fayda tahsis ediliyor. Yaklaşık 275.000 kişi her ay Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) iş kazaları ve hastalıkları sonucu kalıcı iş göremezlik faydaları veya dul faydaları alıyor ve bu da zaten sınırda olan Türk sosyal güvenlik bütçesinin mali sürdürülebilirliğine ek yükler ekliyor.
Durum son on yılda kötüleşti. Son on yıldaki kötüleşme nedeniyle, toplam işgücünde kaza geçiren işçi oranı 2007’de %0,91’den 2023 itibarıyla %2,88’e çıktı. 100.000 çalışan başına standart olay oranlarına göre iş kazası oranı, 2012’de 550’den 2022’de 2.800’e beş kattan fazla arttı. Bu rakamlar, ülkenin OECD üyeleri arasında sadece en kötülerden biri olmadığını, sorunun metastaz yaptığını gösteriyor. 2012’ye kadar gözlemlenen küçük ama tutarlı iyileşmeye rağmen, 2012’deki İSG reformundan sonra, iş kazası sayısı hızlı bir şekilde kötüleşti ve on yıl içinde dokuz kat arttı. Aynı dönemde başka hiçbir ülkede bu kadar çarpıcı bir artış gözlemlenmedi; bu, akademik inceleme gerektiren bir olgudur.
Sadece sosyal değil, aynı zamanda ekonomik sorunlar da var
İş kazaları yalnızca sosyal bir sorun teşkil etmez, aynı zamanda ve esasen ciddi bir makroekonomik sorundur. Bunun nedeni, iş kazalarının hem kişisel düzeyde, hem işletme düzeyinde hem de ekonomi düzeyinde muazzam ekonomik kayıplara yol açmasıdır. İşle ilgili kazalar yalnızca çalışanlar arasında ölümlere veya kalıcı sakatlıklara yol açmakla kalmaz, aynı zamanda üretimi bozar, iş barışını bozar ve önemli çalışma saati ve katma değer kaybına yol açar. Sonuç olarak, bu kazalar işyerlerine, endüstrilere ve genel olarak ekonomilere önemli yükler getirir.
Akademik söylemde, iş kazalarının maliyeti genellikle doğrudan ve dolaylı maliyetler olarak kategorize edilir. Doğrudan maliyetler doğrudan kazalardan kaynaklanırken, dolaylı maliyetler kısa ve orta vadede dolaylı olarak ortaya çıkar. Literatür, dolaylı maliyetlerin doğrudan maliyetlerden dört ila on kat daha yüksek olabileceğini öne sürmektedir. Uzun ve kısa vadeli analiz de maliyetlere yönelik başka bir yaklaşımdır. İş kazalarının finansal sonuçlarını incelemek, araştırmacıların işyerlerindeki yetersiz mesleki sağlık ve güvenlik önlemlerinden kaynaklanan ekonomik kayıpları değerlendirmelerini sağlar.
SGK’nın resmi istatistiklerine göre, Türkiye’de iş kazaları nedeniyle her yıl 5 milyondan fazla çalışma saati kaybediliyor. Ölümler, sürekli sakatlıklar, yaralananların sağlık harcamaları ve kişilerin kariyer planlarının bozulması gibi sonuçlar da cabası.
Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansı’na (EU-OSHA) göre, iş kazaları ve mesleki hastalıkların küresel maliyetinin 2.860 milyar avro olduğu tahmin ediliyor ve bu da küresel GSYİH’nın yaklaşık %3,9’una denk geliyor. AB-27 için maliyetin her yıl en az 476 milyar avro veya Avrupa GSYİH’sının %3,3’ü olduğu tahmin ediliyor. Sadece iş kaynaklı kanserlerin maliyeti 119,5 milyar avroya ulaşıyor.
İş kazalarından kaynaklanan ekonomik kayıpları tam olarak hesaplamak zordur. Oysa 2023 yılı itibarıyla Türkiye GSYİH’sinin 1.024 trilyon dolar olduğu ve küresel oranın %3,9 olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’nin ekonomik kayıplarının en az 1,3 trilyon TL (yaklaşık 40 milyar $) olacağı tahmin ediliyor ki bu iyimser bir tahmin. Kötümserler ise ülkenin GSYİH’sinin %7’sine kadarını iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle kaybettiğini, dolayısıyla ekonomik maliyetin kısa ve uzun vadeli giderler birlikte düşünüldüğünde her yıl 2,4 trilyon TL’ye (yaklaşık 72 milyar $) ulaştığını savunuyor. Mayıs 2024 itibarıyla Türkiye’nin dış ticaret açığının 93 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde, iş sağlığı ve güvenliği tüm sektörlerde yeterli düzeyde sağlanabilirse, tasarruf edilen fonlarla Türkiye’nin dış ticaret açığı %75’e kadar kapatılabilir. Bu da iş kazalarını önlemenin Türk ekonomisi için ne kadar kritik bir meydan okuma olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ülkenin mevcut makroekonomik istikrar programı içerisinde iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesinin sadece sosyal bir meydan okuma değil, aynı zamanda ekonomik politikanın kritik bir konusu olarak görülmesi gerekmektedir.
Acil bir İSG reformu bekleniyor
Tüm bu rakamlar, iş kazalarının Türkiye için ciddi bir sorun olarak görüldüğünü göstermektedir. Türkiye, iş sağlığı ve güvenliği uygulama ve düzenlemeleri açısından acilen reforma ihtiyaç duymaktadır. 2012 reformu iyi işlemedi ve tablonun kötüleşmesine, iş kazalarının sayısının artmasına ve kazaların ciddiyetinin artmasına neden oldu. Geçmişteki hatalardan ders çıkararak, ülke acilen yeni bir İSG reformuna başlamalıdır.
Ülke için, iş sağlığı ve güvenliği modelini geliştirmek çok yönlü bir yaklaşım gerektirir. Öncelikle, mevcut düzenlemelerin ve standartların daha güçlü bir şekilde uygulanması gerekir. Bu, denetimlerin sayısını artırarak ve uyumsuzluk cezalarının ihlalleri caydıracak kadar önemli olmasını sağlayarak başarılabilir. Ancak, bu, mevcut dağınık denetim birimleri yapısıyla yapılamaz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı’nın yıllar önce yaptığı gibi bir denetim reformu yapmalı ve tüm denetim ve teftiş birimleri birleştirilmeli ve maliyet açısından etkili olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Ek olarak, potansiyel tehlikeler ve uygun güvenlik uygulamaları hakkında farkındalığı artırmak için hem işverenler hem de çalışanlar için düzenli eğitim programları zorunlu kılınmalıdır. Bu programlar, etkililiklerini en üst düzeye çıkarmak için davranış değişiklikleri sağlamayı ve belirli kültürel tutumlara göre uyarlanmayı hedeflemelidir. Sonuç olarak, iş kazaları toplumun kültürel tutumlarıyla yakından ilişkilidir.
Ayrıca, işyerlerinde bir güvenlik kültürü oluşturmak çok önemlidir. Bu, güvenlik endişeleri hakkında açık iletişimi teşvik etmeyi ve çalışanları güvenlik protokollerinin geliştirilmesine dahil etmeyi içerir. İşverenler, kaza riskini azaltabilecek modern güvenlik ekipmanlarına ve teknolojilerine yatırım yapmaya teşvik edilmelidir. Hükümet organları, endüstri dernekleri, sendikalar ve eğitim kurumları arasındaki iş birliği, yenilikçi çözümlere ve işyeri İSG standartlarında sürekli iyileştirmeye yol açmak için teşvik edilmelidir.
Son olarak ve en önemlisi, İSG profesyonelleri, yani “işyeri hekimleri”, “güvenlik uzmanları” ve “işyeri hemşireleri” hizmet verdikleri işyerinin işvereninden bağımsız hale getirilmelidir. Ücretlerini bağımsız bir kuruluştan almalı, iş güvenceleri olmalı ve işverenler tarafından işten çıkarma tehditleriyle kısıtlanmamalıdırlar. Bu yapılabilirse, İSG profesyonelleri işverene boyun eğmek yerine işyerlerinde ve işletmelerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve SGK’nın gözü ve kulağı olabilir.
Özetle, Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği sorunu, makroekonomik sürdürülebilirlik meselesi olmasının yanı sıra, Türk refah modelini sürdürülebilir ve maliyet etkin bir refah sistemine uyumlu hale getirmenin önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Bu önemli sorunu göz ardı etmek ve bu kötüleşen soruna uygun çözümler bulmamak, her yıl binlerce can kaybının yanı sıra mevcut makroekonomik programda ciddi çatlaklar anlamına gelecektir.
İş kazaları ve mesleki hastalıklar küresel bir sorun teşkil etmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) son verileri, her yıl yaklaşık üç milyon kişinin iş kazaları ve hastalıkları nedeniyle öldüğünü ve bunun küresel ölçekte 2015’ten bu yana %5’in üzerinde bir artışı yansıttığını belirterek endişe verici bir artışa işaret etmektedir. Küresel iş gücünün yaklaşık 3,5 milyar olduğu düşünüldüğünde, bunun her yıl bin çalışandan birinin iş nedeniyle öldüğü anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Bu, her gün 8.200 ölüm anlamına gelmektedir ve siz bu makaleyi okurken yaklaşık 80 kişi daha ölecektir. Bu istatistikler, küresel iş gücünün mesleki sağlık ve güvenliğini (OHS) korumadaki sürekli zorlukları vurgulamaktadır. Ancak daha da önemlisi, bunlar yalnızca istatistiksel sayılar değildir; her biri, tek bir kazada ailesini, çocuklarını, ideallerini, planlarını ve umutlarını kaybeden insanlardır.
ILO analizine göre, küresel olarak iş kaynaklı ölümlerin çoğunluğu, 2,6 milyon ölüme denk gelen, mesleki hastalıklardan kaynaklanırken, ek olarak 330.000 ölüm de işyeri kazalarından kaynaklanmaktadır. İş kaynaklı ölümlerin önde gelen nedenleri arasında dolaşım hastalıkları, kötü huylu tümörler, mesleki kanserler ve solunum yolu rahatsızlıkları yer alır ve bunlar birlikte toplam ölümlerin dörtte üçünden fazlasını oluşturur. Endüstriyel ve trafik kazaları, kazalardaki ölümlerin birincil kaynağıdır.
Bu bulgular, 27-30 Kasım 2023 tarihlerinde Avustralya, Sidney’de düzenlenen 23. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi’nde sunulan “Daha Güvenli ve Daha Sağlıklı Çalışma Ortamları İçin Bir Çağrı” başlıklı son ILO raporundan kaynaklanmaktadır. Rapor, iş kaynaklı ölümlerde endişe verici bir cinsiyet eşitsizliğine dikkat çekmektedir; erkeklerde (100.000 çalışma çağındaki yetişkinde 51,4) kadınlarda (100.000’de 17,2) önemli ölçüde daha yüksek bir görülme sıklığı vardır. Ek olarak, Asya-Pasifik bölgesi, küresel toplamın %63’ünü oluşturan iş kaynaklı ölüm oranının en yüksek olduğu bölgedir; bu, bölgenin önemli iş gücü büyüklüğünü ve kötü çalışma koşullarını yansıtmaktadır. Küresel üretim bölgeye doğru kaydıkça, küresel kuzey ve batıdan mesleki tehlikelerin ihraç edilmesi ve iş kazalarının aktarılması olgusu, işgücü piyasalarının düzenlenmesinin kaldırılmasından kaynaklanan yeni ve yoğunlaştırılmış İSG risklerinin yanı sıra tanımlayıcı bir tema olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye OECD’de en kötüler arasında
Ne yazık ki, bu küresel tabloda Türkiye en iyiler arasında değil. Türkiye, kendi liginde İSG açısından korkunç bir sicile sahip. İş kazası oranları, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyeleri arasında ve AB-27 ile karşılaştırıldığında en kötüler arasında.
Türkiye’de 2023 yılında ülke çapında 620.000’den fazla iş kazası meydana geldi. İş kazası sayısı, o yıl büyük bir İSG reformu yapılmış olmasına rağmen, 2012’den bu yana her yıl istikrarlı bir şekilde artıyor. İş kazası sayısı 2012’de yıllık yaklaşık 73.000’den 2013’te 191.000’e, 2017’de 356.000’e, 2018’de 432.000’e, 2022’de 511.000’e çıktı ve son olarak 2023’ün sonunda yıllık 621.000’lik tarihi bir rekora ulaştı.
Her yıl yaklaşık 2.000 çalışan yeterli mesleki sağlık ve güvenlik önlemlerinin olmaması nedeniyle ölüyor ve bu sayının iki katından fazlası kalıcı olarak iş göremez hale geliyor ve bir fayda tahsis ediliyor. Yaklaşık 275.000 kişi her ay Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) iş kazaları ve hastalıkları sonucu kalıcı iş göremezlik faydaları veya dul faydaları alıyor ve bu da zaten sınırda olan Türk sosyal güvenlik bütçesinin mali sürdürülebilirliğine ek yükler ekliyor.
Durum son on yılda kötüleşti. Son on yıldaki kötüleşme nedeniyle, toplam işgücünde kaza geçiren işçi oranı 2007’de %0,91’den 2023 itibarıyla %2,88’e çıktı. 100.000 çalışan başına standart olay oranlarına göre iş kazası oranı, 2012’de 550’den 2022’de 2.800’e beş kattan fazla arttı. Bu rakamlar, ülkenin OECD üyeleri arasında sadece en kötülerden biri olmadığını, sorunun metastaz yaptığını gösteriyor. 2012’ye kadar gözlemlenen küçük ama tutarlı iyileşmeye rağmen, 2012’deki İSG reformundan sonra, iş kazası sayısı hızlı bir şekilde kötüleşti ve on yıl içinde dokuz kat arttı. Aynı dönemde başka hiçbir ülkede bu kadar çarpıcı bir artış gözlemlenmedi; bu, akademik inceleme gerektiren bir olgudur.
Sadece sosyal değil, aynı zamanda ekonomik sorunlar da var
İş kazaları yalnızca sosyal bir sorun teşkil etmez, aynı zamanda ve esasen ciddi bir makroekonomik sorundur. Bunun nedeni, iş kazalarının hem kişisel düzeyde, hem işletme düzeyinde hem de ekonomi düzeyinde muazzam ekonomik kayıplara yol açmasıdır. İşle ilgili kazalar yalnızca çalışanlar arasında ölümlere veya kalıcı sakatlıklara yol açmakla kalmaz, aynı zamanda üretimi bozar, iş barışını bozar ve önemli çalışma saati ve katma değer kaybına yol açar. Sonuç olarak, bu kazalar işyerlerine, endüstrilere ve genel olarak ekonomilere önemli yükler getirir.
Akademik söylemde, iş kazalarının maliyeti genellikle doğrudan ve dolaylı maliyetler olarak kategorize edilir. Doğrudan maliyetler doğrudan kazalardan kaynaklanırken, dolaylı maliyetler kısa ve orta vadede dolaylı olarak ortaya çıkar. Literatür, dolaylı maliyetlerin doğrudan maliyetlerden dört ila on kat daha yüksek olabileceğini öne sürmektedir. Uzun ve kısa vadeli analiz de maliyetlere yönelik başka bir yaklaşımdır. İş kazalarının finansal sonuçlarını incelemek, araştırmacıların işyerlerindeki yetersiz mesleki sağlık ve güvenlik önlemlerinden kaynaklanan ekonomik kayıpları değerlendirmelerini sağlar.
SGK’nın resmi istatistiklerine göre, Türkiye’de iş kazaları nedeniyle her yıl 5 milyondan fazla çalışma saati kaybediliyor. Ölümler, sürekli sakatlıklar, yaralananların sağlık harcamaları ve kişilerin kariyer planlarının bozulması gibi sonuçlar da cabası.
Avrupa İş Sağlığı ve Güvenliği Ajansı’na (EU-OSHA) göre, iş kazaları ve mesleki hastalıkların küresel maliyetinin 2.860 milyar avro olduğu tahmin ediliyor ve bu da küresel GSYİH’nın yaklaşık %3,9’una denk geliyor. AB-27 için maliyetin her yıl en az 476 milyar avro veya Avrupa GSYİH’sının %3,3’ü olduğu tahmin ediliyor. Sadece iş kaynaklı kanserlerin maliyeti 119,5 milyar avroya ulaşıyor.
İş kazalarından kaynaklanan ekonomik kayıpları tam olarak hesaplamak zordur. Oysa 2023 yılı itibarıyla Türkiye GSYİH’sinin 1.024 trilyon dolar olduğu ve küresel oranın %3,9 olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’nin ekonomik kayıplarının en az 1,3 trilyon TL (yaklaşık 40 milyar $) olacağı tahmin ediliyor ki bu iyimser bir tahmin. Kötümserler ise ülkenin GSYİH’sinin %7’sine kadarını iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle kaybettiğini, dolayısıyla ekonomik maliyetin kısa ve uzun vadeli giderler birlikte düşünüldüğünde her yıl 2,4 trilyon TL’ye (yaklaşık 72 milyar $) ulaştığını savunuyor. Mayıs 2024 itibarıyla Türkiye’nin dış ticaret açığının 93 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde, iş sağlığı ve güvenliği tüm sektörlerde yeterli düzeyde sağlanabilirse, tasarruf edilen fonlarla Türkiye’nin dış ticaret açığı %75’e kadar kapatılabilir. Bu da iş kazalarını önlemenin Türk ekonomisi için ne kadar kritik bir meydan okuma olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ülkenin mevcut makroekonomik istikrar programı içerisinde iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesinin sadece sosyal bir meydan okuma değil, aynı zamanda ekonomik politikanın kritik bir konusu olarak görülmesi gerekmektedir.
Acil bir İSG reformu bekleniyor
Tüm bu rakamlar, iş kazalarının Türkiye için ciddi bir sorun olarak görüldüğünü göstermektedir. Türkiye, iş sağlığı ve güvenliği uygulama ve düzenlemeleri açısından acilen reforma ihtiyaç duymaktadır. 2012 reformu iyi işlemedi ve tablonun kötüleşmesine, iş kazalarının sayısının artmasına ve kazaların ciddiyetinin artmasına neden oldu. Geçmişteki hatalardan ders çıkararak, ülke acilen yeni bir İSG reformuna başlamalıdır.
Ülke için, iş sağlığı ve güvenliği modelini geliştirmek çok yönlü bir yaklaşım gerektirir. Öncelikle, mevcut düzenlemelerin ve standartların daha güçlü bir şekilde uygulanması gerekir. Bu, denetimlerin sayısını artırarak ve uyumsuzluk cezalarının ihlalleri caydıracak kadar önemli olmasını sağlayarak başarılabilir. Ancak, bu, mevcut dağınık denetim birimleri yapısıyla yapılamaz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu, Maliye Bakanlığı’nın yıllar önce yaptığı gibi bir denetim reformu yapmalı ve tüm denetim ve teftiş birimleri birleştirilmeli ve maliyet açısından etkili olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir.
Ek olarak, potansiyel tehlikeler ve uygun güvenlik uygulamaları hakkında farkındalığı artırmak için hem işverenler hem de çalışanlar için düzenli eğitim programları zorunlu kılınmalıdır. Bu programlar, etkililiklerini en üst düzeye çıkarmak için davranış değişiklikleri sağlamayı ve belirli kültürel tutumlara göre uyarlanmayı hedeflemelidir. Sonuç olarak, iş kazaları toplumun kültürel tutumlarıyla yakından ilişkilidir.
Ayrıca, işyerlerinde bir güvenlik kültürü oluşturmak çok önemlidir. Bu, güvenlik endişeleri hakkında açık iletişimi teşvik etmeyi ve çalışanları güvenlik protokollerinin geliştirilmesine dahil etmeyi içerir. İşverenler, kaza riskini azaltabilecek modern güvenlik ekipmanlarına ve teknolojilerine yatırım yapmaya teşvik edilmelidir. Hükümet organları, endüstri dernekleri, sendikalar ve eğitim kurumları arasındaki iş birliği, yenilikçi çözümlere ve işyeri İSG standartlarında sürekli iyileştirmeye yol açmak için teşvik edilmelidir.
Son olarak ve en önemlisi, İSG profesyonelleri, yani “işyeri hekimleri”, “güvenlik uzmanları” ve “işyeri hemşireleri” hizmet verdikleri işyerinin işvereninden bağımsız hale getirilmelidir. Ücretlerini bağımsız bir kuruluştan almalı, iş güvenceleri olmalı ve işverenler tarafından işten çıkarma tehditleriyle kısıtlanmamalıdırlar. Bu yapılabilirse, İSG profesyonelleri işverene boyun eğmek yerine işyerlerinde ve işletmelerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve SGK’nın gözü ve kulağı olabilir.
Özetle, Türkiye’nin iş sağlığı ve güvenliği sorunu, makroekonomik sürdürülebilirlik meselesi olmasının yanı sıra, Türk refah modelini sürdürülebilir ve maliyet etkin bir refah sistemine uyumlu hale getirmenin önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Bu önemli sorunu göz ardı etmek ve bu kötüleşen soruna uygun çözümler bulmamak, her yıl binlerce can kaybının yanı sıra mevcut makroekonomik programda ciddi çatlaklar anlamına gelecektir.