Geleneksel olarak Türkiye-İran ilişkileri rekabet ve işbirliğinin bir karışımı olarak tanımlanıyor. Uzun bir kara sınırını paylaşan ve çok boyutlu bir tarihi derinliğe sahip olan iki ülke arasındaki ilişkilere birçok dinamik aynı anda etki etmektedir.
Hem Türkiye hem de İran, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’na, en basit ilişkisel anlayışlarının temel çerçevesi olarak atıfta bulunuyor. 1639’dan bu yana iki ülke arasında savaş yaşanmaması, stratejik kültürün ve jeopolitik söylemin karşılıklı olarak yerleşmesine olanak tanıyor.
Bölgesel tehditlerin yaygın olduğu dönemlerde iki ülke arasındaki iş birliği öne çıkıyor; tersine, tehditler genel olarak tanımlanmadığında, rekabetçi bir model genellikle aralarındaki ilişkiyi karakterize eder. Her ne kadar iki ülke arasında doğrudan bir çatışma olmasa da, Orta Doğu bölgesinde değişen bölgesel jeopolitik ve stratejik dinamikler, ortaya çıkan güvenlik mimarisiyle birlikte güvenlik kaygıları konusundaki rekabeti de temellendiriyor.
Irak, iki ülke arasında bir rekabet alanı olmaya devam ediyor. Suriye’de farklı askeri, diplomatik ve stratejik pozisyonları sürdürüyorlar. Hem Suriye hem de Irak’taki durumlar, kritik konuların örtüşmesine ve stratejik önceliklerin farklılaşmasına yol açıyor. Taliban’ın Afganistan’ı kontrol etmesi iki ülke arasındaki göç sorunlarını tırmandırırken, İran göçü Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanarak baskı kurmaya çalışarak yeni bir dinamik ortaya çıkardı. İran’ın Azerbaycan’ın Karabağ’daki zaferinden duyduğu endişe, Ermenistan’ı desteklemesine ve Zengezor Koridorunun açılmasını jeopolitik bir risk olarak algılamasına yol açmıştır.
7 Ekim’den bu yana İran’ın Lübnan’dan Yemen’e kadar bölgedeki devlet dışı silahlı aktörlere verdiği destek ve Rusya’ya doğrudan askeri yardımı da dahil olmak üzere çeşitli faktörler Türkiye-İran ilişkilerini etkiledi. Sonuç olarak bu ilişkiler bölgesel işbirliği, rekabet ve çatışma eksenlerinde kritik bir rol oynamaktadır. ABD ile İran arasında artan gerilim ve İran’ın nükleer programına ilişkin beklenmedik gelişmeler, Ankara-Tahran ilişkilerinin kapsamını genişletti.
Ekonomik boyut
Bu dinamikler göz önüne alındığında, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Raisi’nin Türkiye ziyareti çok önemli bir zamanda gerçekleşti. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 7 milyar dolar civarında olduğu ve bu rakamın her iki tarafça da yetersiz olduğu değerlendiriliyor. Türkiye ağırlıklı olarak İran’dan enerji ithalatı yaparken, sanayi, gıda ve giyim ürünleri ihracatı da yapıyor.
ABD’nin İran’a uyguladığı ambargo ticaretin gelişmesinin önünde ciddi bir engel oluşturmasına rağmen, Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi’nin sekizinci toplantısına denk gelen Cumhurbaşkanı Raisi’nin ziyaretinde önemli ekonomik konular ele alındı. Görüşmelerde enerji, sınır bölgesi ticareti, gümrük mevzuatı ve ticaret hacmini artırmaya yönelik karşılıklı yatırımlar üzerinde duruldu. Somut bir sonuç olarak ticaret, ulaştırma, iletişim, kültür, sanayi, teknoloji, güvenlik ve enerji gibi kritik alanlarda 10 anlaşma imzalanarak 30 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşma hedefi yinelendi.
Güvenlik boyutu
Raisi’nin ziyareti, ekonomik bağları güçlendirmeye yönelik devam eden çabaları ve bölgesel konularda fikir birliğine varıldığını vurguladı. Karşılıklı sürekli güvensizliğe rağmen, ziyaret ve gelişen ilişkiler, ekonomik işbirliği ve bölgesel politikalarda yakınlaşan alanlara odaklanarak karmaşık ilişkilerde yol alma çabalarına işaret ediyor.
Ancak Ankara ve Tahran, ortak bir tehdit algısına rağmen PKK’ya yönelik stratejik yönelimlerinde farklılık gösteriyor. Irak’ta Türkiye, PKK’nın kuzeydeki hareketliliğini sınırlandırmayı ve askeri açıdan zayıflatmayı hedeflerken, İran’ın işbirliği sınırlıdır. İran’ın son dönemde PKK’ya yataklık eden ve Ankara’nın dikkatini çeken Süleymaniye’yle yakın ilişkileri de bu noktayı gösteriyor. Ayrıca Türkiye’nin aktif terörle mücadele stratejisiyle PKK, Kandil Dağı’nın İran tarafına taşınmış, İran ise pasif kalmıştır. Güvenlik anlaşmazlığının bir diğer boyutu ise İran destekli Haşdi Şabi unsurlarının Türkiye’yi tehdit etmesi, ara sıra Irak’taki geçici askeri üslerine saldırması ve PKK’ya yardım etmesi, bu da Türkiye’nin terörle mücadele çabalarını zorlaştırıyor.
Suriye bağlamında İran’ın, Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği Fırat Nehri’nin batı kesiminde YPG ile işbirliği yapması ve Suriye rejiminin yanı sıra İdlib’e yönelik saldırıları, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki güvenli bölgelerine yönelik güvenlik riskleri oluşturuyor. İran’ın Suriye’deki boşluğu doldurmaya yönelik çabaları, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası ve Şii milislerin artması, Suriye’de demografik değişimlere baskı yapıyor ve siyasi çözümleri engelliyor.
Zorluklar
Başkan Raisi’nin Türkiye ziyareti işbirliğinin geliştirilmesine yönelik somut adımların atılmasını kolaylaştırmış olsa da, önemli zorluklar bu potansiyeli sınırlayabilir. Başlıca zorluklardan biri Orta Doğu’nun güvenlik ortamında 7 Ekim’den bu yana yaşanan dramatik değişimdir. İsrail’in Gazze’de devam eden saldırganlığı, Lübnan’dan Yemen’e kadar bölgedeki çatışmaları yeniden alevlendirdi. Yeni çatışmacı güvenlik ortamı, ABD’nin askeri önceliklerini yeniden değerlendirmesine ve angajmanlarını değiştirmesine yol açtı. Biden yönetiminin Irak ve Suriye’den çekileceğine dair belirtiler, Husilerin yeniden terör örgütü olarak listelenmesi ve askeri hedef haline gelmesi, müdahaleci bir bölgesel güvenlik ortamı yarattı. ABD’nin Orta Doğu politikasındaki bu değişim, Türkiye-İran ilişkilerini potansiyel olarak olumsuz yönde etkiliyor. İran’ın ABD ve İsrail tarafından hedef alınma ihtimali ve Tahran’ın bölgesel siyasetin daha fazla askerileştirilmesi yoluyla vereceği olası tepki temel endişeler arasında yer alıyor. Her iki tarafın da yatıştırma stratejisi olmazsa, daha büyük bir bölgesel çatışma ortaya çıkabilir.
Suriye ve Irak’ta, Biden yönetiminin potansiyel geri çekilmesi İran-Türkiye rekabetini yoğunlaştırabilir; her iki ülke de bunu kuzeydoğu Suriye’de nüfuz sahibi olma fırsatı olarak görüyor. ABD’nin plansız bir şekilde geri çekilmesi, İran’ın YPG’yi Suriye rejimiyle aynı hizaya getirmesine neden olabilir; Türkiye ise YPG’nin etkisini azaltmanın yollarını arıyor. ABD’nin çekilmesinin ardından ortak eylem geniş bir fikir birliğine ihtiyaç duyacaktır. Irak’ta fikir birliği yok. PKK’ya karşı ortak mücadele her iki ülkeye de fayda sağlayacak olsa da İran’ın bu yaklaşıma bağlılığı konusunda şüpheler sürüyor.
Güney Kafkasya ve Karabağ’da Türkiye ile İran’ın Azerbaycan ve Ermenistan’a yönelik farklı politikaları bölgesel istikrarı sekteye uğratıyor ve rekabeti derinleştiriyor. Zangezor koridorunun açılması İran’ın ekonomik ve jeopolitik kaygılarını artırabilir, işbirliğini azaltabilir ve rekabeti artırabilir. Ayrıca İran’ın Rusya ile gelişen işbirliği ve nükleer programına ilişkin şüpheler bölgesel istikrarsızlık endişelerini artırıyor. Türkiye’nin potansiyel nükleer İran’a tepkisi nükleer silahların yayılması literatürünün konusudur.
Sonuçta İran-Türkiye ilişkilerinin işbirliğine mi yoksa çatışmalı rekabete mi yöneleceği sadece iki ülkenin tercihine değil, aynı zamanda bölgesel gelişmelere ve ABD’nin Orta Doğu’daki politikasına da bağlı.