Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, katil bir rejim olarak nitelediği İsrail’e karşı müdahalede bulunma imasında bulunarak, İsrail’e karşı harekete geçme çağrısı yapan milyonların sesini temsil etti; ancak Türkiye’nin savaş narası basitçe şu: Uluslararası birlik çağrısı.
“O kadar da değil!” “Neden olmasın?” “Evet, ama…” Erdoğan’ın son açıklamaları, Fox News’dan İsrail medyasına kadar bazı medya kuruluşları tarafından İsrail’e yönelik bir işgal tehdidi olarak yorumlandı.
İsrail yönetimi hakkında ne düşündüğü konusunda her zaman açık sözlü olan Türkiye cumhurbaşkanının açıklamaları biraz muğlaktı. Erdoğan geçen hafta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) diğer üyelerine “Karabağ ve Libya’ya girdiğimiz gibi, onlara da benzer bir şey yapabiliriz” dedi. Türkiye Karabağ’a “girmese” de, Ermeniler tarafından yasadışı olarak işgal edilen söz konusu toprakları geri almak için Azerbaycan’ın operasyonlarını açıkça destekledi. Libya’ya gelince, Türkiye Kuzey Afrika ülkesinin BM destekli yönetimini desteklemek için asker gönderdi. Yani, “işgal” hiçbir zaman söz konusu olmadı.
Peki, Erdoğan’ın açıklamalarını nasıl yorumlamalıyız? Öncelikle, geçen Ekim ayından bu yana masum Filistinlileri hedef alan katliamları yaklaşık 40.000 cana mal olan İsrail’i durdurmak için uluslararası eylemsizlikten bıkmış bir adamın öfkesini gösteriyorlar. O zamandan beri Erdoğan, diplomatik yollarla İsrail’i durdurma, Filistinlilere insani yardım ulaştırılmasını sağlama ve daha da önemlisi, on yıllardır süren çatışmaya kalıcı, iki devletli bir çözüm için tarafları masaya getirme yönündeki Türk çabalarına öncülük etti.
Karşılığında Türkiye, çatışmanın yeni turu başlamadan önce Ankara ile zaten kopmuş olan bağları yeniden kurmak üzere olan Netanyahu yönetiminin gazabına uğradı. Bu sefer, eleştirmenlerine yaptıkları gibi “anti-semitizm” kartını oynamadılar. İsrailli yetkililer ise Türkiye’yi Kürtlere karşı “soykırım” yapmakla ve Türkiye ve İsrail’in savaş suçlarına karşı çıkanlar tarafından bir kurtuluş hareketi olarak görülen ancak Tel Aviv tarafından bir grup terörist olarak yaftalanan Hamas’ı desteklemekle suçladılar. Erdoğan’ın son açıklamaları, İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz’ın Erdoğan’ı Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin’in korkunç kaderini hatırlatarak tehdit etmesine olanak sağladı. Katz daha sonra NATO’yu Türkiye’yi sınır dışı etmeye çağırdı.
Bu gelişmeler, müdahaleyi ima eden tek bir cümlenin bile İsrail’i kızdırmaya ve bizi Erdoğan’ın sözlerinin başka bir yorumuna götürmeye yettiğini gösteriyor. Bazen sözler eylemlerden daha yüksek sesle konuşur. Erdoğan, Batı’nın İsrail’in savaş suçlarına verdiği sarsılmaz desteğe karşı Türkiye’nin Filistinlilerin yanında durma kararlılığını vurgulamayı ve uluslararası toplumun geri kalanını Netanyahu’nun soykırımcı rejimine karşı durmak için Türkiye etrafında birleştirmeyi amaçlıyor gibi görünüyor. Gerçekten de Erdoğan aynı konuşmada, İsrail’in Filistin’de daha önce yaptığını bir daha yapmaya cesaret edemeyeceği şekilde Türkiye’nin güçlü olması gerektiğini söyledi. Erdoğan’ın, 2009’da Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile yaptığı meşhur “bir dakikalık” yüzleşmeyle İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarını açıkça eleştiren bölgedeki tek lider olduğunu unutmayın.
Türkiye hiçbir zaman bir “işgalci” olmadı ve Erdoğan’ın liderliğinde, diplomasinin yorulmak bilmeyen bir savunucusu oldu. Aslında, Yunanistan gibi bir zamanlar savaş eşiğine geldiği ülkelerle ilişkilerini iyileştirdi ve hatta ilişkileri normalleştirmek için Mısır ve Suriye ile bile temas kurdu. Asker konuşlandırmaya gelince, sadece kendini savunma amacıyla hareket ediyor, örneğin Türkiye’nin güvenliği için en acil tehdit olan PKK terör örgütüne karşı Suriye ve Irak’taki askeri saldırılarında olduğu gibi. Ancak yanılmayın. Ayrıca, hızla gelişen yerel savunma sanayisiyle savunma açısından her zamankinden daha güçlü.
Daha güçlü bir savunmadan bahsetmişken, Türkiye’nin İsrail’in öncülük etmeye çalıştığı çatışmanın daha geniş Orta Doğu’ya sıçramasından korkmasıyla, buna hiç bu kadar ihtiyaç duyulmamıştı. İsrail ve Lübnan arasındaki gerginlikler bunun doğru olduğunu kanıtladı ve çatışma bundan öteye giderse, Türkiye en çok etkilenen ülkeler arasında olacak.
Şu anda, İsrail’e askeri müdahale, günlük katliamları ağıt yakan huzursuz bir halkın hayalidir. Sosyal medya kullanıcıları, Erdoğan’ın Türk birliklerini İsrail’e götürdüğüne dair resimler paylaşıyor ve 7 Ekim’den bu yana Türkiye genelinde aktivistlerin İsrail’in suçlarına karşı düzenlediği sayısız gösterinin de kanıtladığı gibi, Filistin davasına yönelik kamuoyu desteği hiç azalmadı. Erdoğan’ın açıklamaları şüphesiz umutsuzluğu dağıttı ve dünyanın Filistin’deki kadın ve çocukların soykırımı karşısında sonsuza dek sessiz kalacağı hissine kapılanları rahatlattı.
Türkiye, süper güç olarak kabul edilen ve müttefikleri arasında Avrupa’nın çoğunu barındıran Tel Aviv’deki katil rejime meydan okumaya cesaret edebilir mi? Cevap net bir hayır değil. İsrail’e askeri olarak meydan okumak birleşik bir cephe gerektirir ve Türkiye’nin harekete geçirmeye çalıştığı kişiler bir nebze birlik sergilediğinde, Netanyahu yönetimine bir uyarı bile Savaş Kabinesi’nin yüreğine korku salmaya yetecektir. Her zaman umut vardır ve hatta birkaç Avrupa ülkesinin Filistin Devleti’ni tanıması bile bu birliğe doğru atılmış bir adımdır.