Türkiye son yirmi yılda refah rejimini önemli ölçüde genişletti. Dünya çapındaki sosyal yardım kesintisi gündeminin aksine, ülke, 2007-2013 Büyük Durgunluğu sırasında, COVID-19 salgınında ve 2022 Rus savaşında bile ortaya çıkan büyük zorluklara rağmen, sosyal transferlerinde ve sosyal yardım tahsislerinde katlanarak artan bir artış elde etti. küresel gıda ve enerji fiyatlarında aşırı bir artışa neden oluyor. Türkiye’nin son yirmi yılda sosyal politikalarda sessiz bir devrim yaşadığını söylemek abartı olmaz.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) istatistiklerine göre, Türkiye’nin mevcut PPP’lerle kişi başına düşen toplam sağlık harcaması 2002’de 470 dolardan 2016’da 1.088 dolara, (son veriler itibarıyla) 2022 itibarıyla 1.827 dolara çıktı. En iyisi olmasa da Türkiye merdiveni tırmandı ve aralarında Güney Afrika, Brezilya, Meksika, Endonezya ve Hindistan’ın da bulunduğu dokuz OECD üyesini geride bıraktı. 2007 yılında 46 milyar TL olan ülkenin primli ve primsiz emeklilik ödemeleri toplamı, 2016 yılı itibarıyla 185 milyar TL’ye çıkmış ve 2022 yılı itibarıyla yaklaşık 1,2 trilyon TL’ye yükselmiştir. Son verilere göre Türkiye, 7,5 milyar TL emeklilik maaşı ayırıyor. Gayri safi yurt içi hasılanın (GSYH) emekli maaşlarına oranı yüzde 7,7 ile OECD ortalamasına yakın. Türkiye 2019 yılı itibarıyla GSYH’sinin %12,4’ünü sosyal harcamalara ayırmıştır (OECD’nin karşılaştırılabilir en son verilerine göre). 2002 yılında toplumun yalnızca yüzde 69’u sosyal güvenlik şemsiyesi altındayken, 2023 itibarıyla yüzde 99,5’i Genel Sağlık Sigortası kapsamına giriyor.
Ayrıca Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son istatistikleri, son dönemdeki finansal dalgalanmalara rağmen bu artışın devam ettiğini gösteriyor. Türkiye, 2016 yılında 334 milyar TL olan toplam sosyal koruma harcamasını 2022 yılı itibarıyla üç katına çıkararak 1.257 trilyon TL’ye (yaklaşık 40 milyar $) çıkardı. Türkiye’nin Gini Katsayısı’nda 2023 yılındaki son düşüşe rağmen (2022’de 0,415’ten 2023’te 0,433’e geriledi) ), bu refah yatırımları toplumun refahının artmasına, gelir eşitsizliğinin önlenmesine ve aşırı yoksulluğun önlenmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Ülkenin Gini katsayısının yakın zamanda artmasının, politika değişikliklerinin veya Türk lirasının daralmasının bir sonucu değil, esas olarak 2022’deki döviz krizi ve buna eşlik eden Türk lirasının satın alma gücündeki düşüşün bir sonucu olduğunu belirtmek gerekir. Refah Rejimi.
Dünya çapında engelli nüfusu artıyor
Türkiye’deki bu refah artışından toplumun farklı kesimleri önemli ölçüde faydalandı. Bunların başında engelliler geliyor. Ancak Türkiye’nin engellilerle ilgili deneyimini açıklamaya geçmeden önce olaya genel bir göz atalım.
Engelliler toplumun önemli bir kesimini oluşturmaktadır. Sosyal yaşamda göreceli olarak görünmez olmalarına rağmen, hiç de göz ardı edilebilecek kadar küçük bir sosyal grup değiller. Aksine nüfusları çok yüksektir ve her geçen gün artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 2023 küresel nüfus verilerine dayanarak 1,3 milyar insanın (küresel nüfusun %16’sının) bir tür aşırı engellilikle yaşadığını tahmin ediyor. Bu 2011’de %15’ti; o zamandan bu yana 300 milyon kişi daha eklendi. Bunun, 1970’lerde yapılan ve %10 civarında olduğunu öne süren DSÖ tahminlerinden önemli ölçüde daha yüksek olduğunun altını çizmek gerekir. Sağlık hizmetlerinin gelişmesi, ortopedik cihazlar, tıp bilimindeki ilerlemeler, ilaç Ar-Ge’sinin yaygınlaşması ve erken çocukluk bakımındaki gelişmeler sonucunda dünya engelli nüfus oranı istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor.
Engelliler her toplumun en savunmasız kesimleri arasındadır. Daha fazla zorluk yaşıyorlar, topluma daha az katılıyorlar, eğitime ve istihdama daha az ulaşabiliyorlar, eşitsiz muamele görüyorlar ve daha genç ölüyorlar. Tekrar DSÖ’nün son verilerine dönersek, engelli kişiler sağlık hizmetlerine erişim de dahil olmak üzere sürekli olarak pek çok sağlık eşitsizliğiyle karşı karşıya kalıyor ve bazıları, engelli olmayanlardan 20 yıl daha erken ölüyor. DSÖ, engelli kişilerde depresyon, astım, diyabet, felç, obezite veya kötü ağız sağlığı gibi durumlara yakalanma riskinin iki kat daha fazla olduğunun altını çiziyor.
DSÖ, engellilerin erişilemez ve uygun fiyatlı ulaşımı dünya çapında engelli olmayanlara göre 15 kat daha zor bulduklarının altını çiziyor; bu da etkili sosyal dışlanmanın temel göstergesi. Sağlıkta eşitsizlikler, engelli kişilerin karşılaştığı damgalanma, ayrımcılık, yoksulluk, eğitim ve istihdamdan dışlanma ve sağlık sisteminin kendisinde karşılaşılan engeller dahil olmak üzere adil olmayan koşullardan kaynaklanmaktadır.
Genişletilmiş yoksulluk riskiyle karşı karşıya
Engellilik, yoksulluk ve dışlanma açısından özel bir risk türüdür. Dünya Sağlık Örgütü, 2011 Dünya Engellilik Raporu’nda, dünya çapında bir olgu olarak engelli kişilerin toplumun geri kalanına göre daha kötü sağlık sonuçlarına, daha düşük eğitim başarılarına, daha az ekonomik katılıma ve daha yüksek yoksulluk oranlarına sahip olduğunun altını çiziyor. Bu sonuçlar, engellilerin sağlığa, eğitime, istihdama, ulaşıma, bilgiye ve sosyal yaşamın diğer temel ihtiyaçlarına erişimlerinin önündeki engellerin doğrudan bir sonucudur. Özetle engellilerin, bizim tasarladığımız topluma katılmaları ciddi şekilde engelleniyor.
Bu nedenle engelli bireylerin sosyal hayata katılımlarını sağlamak temel amaç olmalıdır. Dezavantajlı birçok bölgede engelliler, özellikle de ileri derecede engelli olanlar, kelimenin tam anlamıyla bakım gördükleri evde sıkışıp kalıyor. Birleşmiş Milletler Afet Riskini Azaltma Ofisi (UNDRR), engellilerin yüzde 80’inin Küresel Güney’de, yani küresel eşitsizlikler nedeniyle zaten dezavantajlı durumda olan toplumlarda yaşadığının altını çiziyor. Engelliler genellikle ekonomik krizlerden, doğal afetlerden, kentsel felaketlerden, iklim kaynaklı felaketlerden ve COVID-19 salgını sırasında tanık olunduğu gibi küresel sağlık acil durumlarından en çok etkilenen kesimdir.
Ancak sorun engelliliğin kendisi değil, engellerdir. Sorun engellilerde değil, sosyal yaşam tasarımımızda. Engellilere duyarlı bir bakış açısıyla toplumsal yaşamın tüm alanları inşa edilirken engelliler sosyal ve ekonomik haklarından tam olarak yararlanabilmektedir. Bu gerekli dönüşüm için OECD’nin sloganı “Engelliliği yeteneğe dönüştürmek”tir.
Engelli bakımının sağlanması
Türkiye’de de ciddi bir engelli nüfusu var. 2022 Nüfus ve Konut Araştırması sonuçlarına göre Türkiye’de 3 yaş ve üzeri nüfusun yaklaşık %6,9’unun en az bir engeli var; bu da ağırlıklı olarak ağır engelli bireylerden oluşan yaklaşık 4,9 milyon kişiye denk geliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün oranlarına göre ülkedeki engelli nüfus potansiyel olarak 13 milyona ulaşabilir.
Daha önce de belirtildiği gibi, Türkiye son yirmi yılda toplumun hassas kesimlerine önemli bir refah sağladı ve bunların arasında yaşlılar ve engelliler de yer alıyor. Türkiye, özellikle 2005 Engelliler Yasası’ndan sonra engellilere yönelik birçok sosyal yardım programı başlatmıştır. Bu programlardan en önemlileri evde aylık bakım yardımı (bakıcı için), aylık engelli ödeneği (doğrudan engelli bireye ödenen), 18 yaşını doldurmamış engelli yakınlarına aylık ödenek, evde gezici sağlık hizmeti, evde bakım karşılığı, ücretsiz toplu taşıma, vergi indirim ve muafiyetleri, elektrik faturalarında indirim, primli-sosyal sigorta sisteminden erken emeklilik imkânı, engelli kamu personeli seçme sınavıyla memur alımı, işyerlerinde zorunlu istihdam kotaları getirilmesi ve engelli çalışanlar için özel çalışma saatleri uygulanması.
Devlet, 2024 yılı itibarıyla engelli bakım evlerine aylık 7.608 TL (net asgari ücretin yaklaşık %44’ü) tutarında evde bakım yardımı vermekte olup, bu yardımdan 750.000’den fazla aile yararlanmaktadır. Ayrıca engellilere engellilik oranına göre 2.797 TL ile 4.196 TL arasında engelli ödeneği ödenmektedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetleri, eğitimden bakım hizmetlerine, istihdamdan ayrımcılığın önlenmesine, engellilerin sosyal hizmetlere erişiminin önündeki bürokratik engellerin kaldırılması, evde bakım ve sağlık hizmetleri sağlanması gibi hizmetlere kadar engellilerle ilgili birçok iyileştirme gerçekleştirdi. Evde sağlık hizmetleri engelli vatandaşların yaşam kalitesini artıran unsurların başında geldi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı istatistiklerine göre 2023 yılına kadar yılda yaklaşık 600.000 kişi evde bakım ödeneği alıyor. Evde bakım hizmetlerinden 2007 yılında sadece 28.000 vatandaş yararlanırken, bu sayı 2023 yılı Mayıs ayı itibarıyla 20 kat artışla neredeyse 600.000’e ulaştı. Ayrıca 2023 yılı itibarıyla 858 bin kişi ücretli engelli/iş göremezlik ödeneği almakta olup, 1,5 milyondan fazla kişi (engelliler dahil) evde mobil sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır.
Kurumsal ve evde bakım
Karşılaştırmalı refah araştırmalarına gelince, Türkiye’de engellilere yönelik ilginç programlar başlatılıyor, ancak nadiren bilimsel araştırmalara konu oluyor. Çarpıcı bir örnek olarak, AK Parti’nin aile refahı yanlısı duruşu nedeniyle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın kurumsal bakım yerine enformel bakımı tercih etmesi dikkat çekicidir. Evde bakım desteklenmektedir ve Türkiye’nin sosyal yapısına uygundur. Aynı şekilde büyük bakım kurumları yerine “umut evleri” adı verilen küçük ölçekli, yerleşim alanı merkezli kurumlar kurulmaktadır (2021 yılına kadar 149 umut evi kurulacaktır).
Kurumsal bakım ve enformel bakım arasındaki tartışmalar, sosyal politika alanındaki akademik çalışmaların ana tartışmalarından birini oluşturmaktadır. TH Marshall’ın yaklaşımından yola çıkan bazıları, temel kurumsal bakımın tesis edilmesinin, eşit muamele anlayışıyla tüm vatandaşlar için erişilebilir bir refah devleti oluşturacağını ileri sürüyor ve enformel bakımın kontrolsüz olduğunu ve bireyi toplumun insafına bıraktığını savunuyor. Bu yaklaşım, vergilerle finanse edilen ve tüm vatandaşların erişimine açık büyük ölçekli kurumlar sunmaktadır. Öte yandan pek çok kişi kurumsal bakımın refah rejimleri üzerinde sürdürülemez yükler yarattığını ileri sürüyor ve mümkün olduğunca bireyin kendini evinde/organik ortamında hissettiği durumlarda enformel bakımın teşvik edilmesi gerektiğini savunuyor. Bu yaklaşım, kurumların kaçınılmaz olarak bozulduğunu, bireylerin kurumsallaşmasının yabancılaşmaya yol açtığını savunur.
Refah rejimlerinin etkili, uygun maliyetli, uygulanabilir ve sürdürülebilir olması için toplumun sosyokültürel yapısına uyması gerekmektedir. Sosyal politika hiçbir zaman kültürden bağımsız evrensel bir reçete değildir; Japonya’ya en uygun formülün, örneğin Meksika’da feci sonuçları olabilir. Bu nedenle kültüre duyarlı sosyal politika her zaman gereklidir.
Türk kültürü, yaşlı ve engelli kişilerin evde aileleri tarafından bakılmasını tavsiye etmekte, ayrıca çocukların yaşlı ebeveynlerin veya engelli bireylerin huzurevlerinde veya bakım kurumlarında bırakılmasını utanç verici bulmaktadır. Bu nedenle, evde bakımı desteklemeye yönelik Türk kültürü ve bu bağlamdaki politika denemeleri, Batı dışı bir refah devleti deneyimi olarak sosyal refah çalışmalarına ciddi bir ilgi gerektirmektedir.
Ancak olgun refah devletleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’nin bebek adımındaki çabaları henüz deneysel düzeydedir. Ülkenin tam teşekküllü bir refah devleti olabilmesi için değişen toplumsal gerçeklere odaklanmayı ihmal etmeden önemli adımlar atması gerekiyor.
Ancak bu alandaki bilim adamlarının dikkat ve incelemesine ihtiyaç duyarlar. Engellilerin eğitim, kariyer, iş-yaşam, sanat, kültür gibi toplumsal yaşamın her alanına erişiminin sağlanması ülke açısından hâlâ bir zorluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Engellilerin kendi kendilerine yetebilmeleri ve topluma katkıda bulunabilmeleri için bakıma değil, desteklenmeye ihtiyaçları vardır. Uygun mekanizmalar oluşturulabilirse nüfusun yüzde 16 daha fazlası refah rejimlerine yük olmak yerine ekonomiye ve topluma katkı sağlayacak.
Türkiye son yirmi yılda refah rejimini önemli ölçüde genişletti. Dünya çapındaki sosyal yardım kesintisi gündeminin aksine, ülke, 2007-2013 Büyük Durgunluğu sırasında, COVID-19 salgınında ve 2022 Rus savaşında bile ortaya çıkan büyük zorluklara rağmen, sosyal transferlerinde ve sosyal yardım tahsislerinde katlanarak artan bir artış elde etti. küresel gıda ve enerji fiyatlarında aşırı bir artışa neden oluyor. Türkiye’nin son yirmi yılda sosyal politikalarda sessiz bir devrim yaşadığını söylemek abartı olmaz.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) istatistiklerine göre, Türkiye’nin mevcut PPP’lerle kişi başına düşen toplam sağlık harcaması 2002’de 470 dolardan 2016’da 1.088 dolara, (son veriler itibarıyla) 2022 itibarıyla 1.827 dolara çıktı. En iyisi olmasa da Türkiye merdiveni tırmandı ve aralarında Güney Afrika, Brezilya, Meksika, Endonezya ve Hindistan’ın da bulunduğu dokuz OECD üyesini geride bıraktı. 2007 yılında 46 milyar TL olan ülkenin primli ve primsiz emeklilik ödemeleri toplamı, 2016 yılı itibarıyla 185 milyar TL’ye çıkmış ve 2022 yılı itibarıyla yaklaşık 1,2 trilyon TL’ye yükselmiştir. Son verilere göre Türkiye, 7,5 milyar TL emeklilik maaşı ayırıyor. Gayri safi yurt içi hasılanın (GSYH) emekli maaşlarına oranı yüzde 7,7 ile OECD ortalamasına yakın. Türkiye 2019 yılı itibarıyla GSYH’sinin %12,4’ünü sosyal harcamalara ayırmıştır (OECD’nin karşılaştırılabilir en son verilerine göre). 2002 yılında toplumun yalnızca yüzde 69’u sosyal güvenlik şemsiyesi altındayken, 2023 itibarıyla yüzde 99,5’i Genel Sağlık Sigortası kapsamına giriyor.
Ayrıca Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) son istatistikleri, son dönemdeki finansal dalgalanmalara rağmen bu artışın devam ettiğini gösteriyor. Türkiye, 2016 yılında 334 milyar TL olan toplam sosyal koruma harcamasını 2022 yılı itibarıyla üç katına çıkararak 1.257 trilyon TL’ye (yaklaşık 40 milyar $) çıkardı. Türkiye’nin Gini Katsayısı’nda 2023 yılındaki son düşüşe rağmen (2022’de 0,415’ten 2023’te 0,433’e geriledi) ), bu refah yatırımları toplumun refahının artmasına, gelir eşitsizliğinin önlenmesine ve aşırı yoksulluğun önlenmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Ülkenin Gini katsayısının yakın zamanda artmasının, politika değişikliklerinin veya Türk lirasının daralmasının bir sonucu değil, esas olarak 2022’deki döviz krizi ve buna eşlik eden Türk lirasının satın alma gücündeki düşüşün bir sonucu olduğunu belirtmek gerekir. Refah Rejimi.
Dünya çapında engelli nüfusu artıyor
Türkiye’deki bu refah artışından toplumun farklı kesimleri önemli ölçüde faydalandı. Bunların başında engelliler geliyor. Ancak Türkiye’nin engellilerle ilgili deneyimini açıklamaya geçmeden önce olaya genel bir göz atalım.
Engelliler toplumun önemli bir kesimini oluşturmaktadır. Sosyal yaşamda göreceli olarak görünmez olmalarına rağmen, hiç de göz ardı edilebilecek kadar küçük bir sosyal grup değiller. Aksine nüfusları çok yüksektir ve her geçen gün artmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 2023 küresel nüfus verilerine dayanarak 1,3 milyar insanın (küresel nüfusun %16’sının) bir tür aşırı engellilikle yaşadığını tahmin ediyor. Bu 2011’de %15’ti; o zamandan bu yana 300 milyon kişi daha eklendi. Bunun, 1970’lerde yapılan ve %10 civarında olduğunu öne süren DSÖ tahminlerinden önemli ölçüde daha yüksek olduğunun altını çizmek gerekir. Sağlık hizmetlerinin gelişmesi, ortopedik cihazlar, tıp bilimindeki ilerlemeler, ilaç Ar-Ge’sinin yaygınlaşması ve erken çocukluk bakımındaki gelişmeler sonucunda dünya engelli nüfus oranı istikrarlı bir şekilde artmaya devam ediyor.
Engelliler her toplumun en savunmasız kesimleri arasındadır. Daha fazla zorluk yaşıyorlar, topluma daha az katılıyorlar, eğitime ve istihdama daha az ulaşabiliyorlar, eşitsiz muamele görüyorlar ve daha genç ölüyorlar. Tekrar DSÖ’nün son verilerine dönersek, engelli kişiler sağlık hizmetlerine erişim de dahil olmak üzere sürekli olarak pek çok sağlık eşitsizliğiyle karşı karşıya kalıyor ve bazıları, engelli olmayanlardan 20 yıl daha erken ölüyor. DSÖ, engelli kişilerde depresyon, astım, diyabet, felç, obezite veya kötü ağız sağlığı gibi durumlara yakalanma riskinin iki kat daha fazla olduğunun altını çiziyor.
DSÖ, engellilerin erişilemez ve uygun fiyatlı ulaşımı dünya çapında engelli olmayanlara göre 15 kat daha zor bulduklarının altını çiziyor; bu da etkili sosyal dışlanmanın temel göstergesi. Sağlıkta eşitsizlikler, engelli kişilerin karşılaştığı damgalanma, ayrımcılık, yoksulluk, eğitim ve istihdamdan dışlanma ve sağlık sisteminin kendisinde karşılaşılan engeller dahil olmak üzere adil olmayan koşullardan kaynaklanmaktadır.
Genişletilmiş yoksulluk riskiyle karşı karşıya
Engellilik, yoksulluk ve dışlanma açısından özel bir risk türüdür. Dünya Sağlık Örgütü, 2011 Dünya Engellilik Raporu’nda, dünya çapında bir olgu olarak engelli kişilerin toplumun geri kalanına göre daha kötü sağlık sonuçlarına, daha düşük eğitim başarılarına, daha az ekonomik katılıma ve daha yüksek yoksulluk oranlarına sahip olduğunun altını çiziyor. Bu sonuçlar, engellilerin sağlığa, eğitime, istihdama, ulaşıma, bilgiye ve sosyal yaşamın diğer temel ihtiyaçlarına erişimlerinin önündeki engellerin doğrudan bir sonucudur. Özetle engellilerin, bizim tasarladığımız topluma katılmaları ciddi şekilde engelleniyor.
Bu nedenle engelli bireylerin sosyal hayata katılımlarını sağlamak temel amaç olmalıdır. Dezavantajlı birçok bölgede engelliler, özellikle de ileri derecede engelli olanlar, kelimenin tam anlamıyla bakım gördükleri evde sıkışıp kalıyor. Birleşmiş Milletler Afet Riskini Azaltma Ofisi (UNDRR), engellilerin yüzde 80’inin Küresel Güney’de, yani küresel eşitsizlikler nedeniyle zaten dezavantajlı durumda olan toplumlarda yaşadığının altını çiziyor. Engelliler genellikle ekonomik krizlerden, doğal afetlerden, kentsel felaketlerden, iklim kaynaklı felaketlerden ve COVID-19 salgını sırasında tanık olunduğu gibi küresel sağlık acil durumlarından en çok etkilenen kesimdir.
Ancak sorun engelliliğin kendisi değil, engellerdir. Sorun engellilerde değil, sosyal yaşam tasarımımızda. Engellilere duyarlı bir bakış açısıyla toplumsal yaşamın tüm alanları inşa edilirken engelliler sosyal ve ekonomik haklarından tam olarak yararlanabilmektedir. Bu gerekli dönüşüm için OECD’nin sloganı “Engelliliği yeteneğe dönüştürmek”tir.
Engelli bakımının sağlanması
Türkiye’de de ciddi bir engelli nüfusu var. 2022 Nüfus ve Konut Araştırması sonuçlarına göre Türkiye’de 3 yaş ve üzeri nüfusun yaklaşık %6,9’unun en az bir engeli var; bu da ağırlıklı olarak ağır engelli bireylerden oluşan yaklaşık 4,9 milyon kişiye denk geliyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün oranlarına göre ülkedeki engelli nüfus potansiyel olarak 13 milyona ulaşabilir.
Daha önce de belirtildiği gibi, Türkiye son yirmi yılda toplumun hassas kesimlerine önemli bir refah sağladı ve bunların arasında yaşlılar ve engelliler de yer alıyor. Türkiye, özellikle 2005 Engelliler Yasası’ndan sonra engellilere yönelik birçok sosyal yardım programı başlatmıştır. Bu programlardan en önemlileri evde aylık bakım yardımı (bakıcı için), aylık engelli ödeneği (doğrudan engelli bireye ödenen), 18 yaşını doldurmamış engelli yakınlarına aylık ödenek, evde gezici sağlık hizmeti, evde bakım karşılığı, ücretsiz toplu taşıma, vergi indirim ve muafiyetleri, elektrik faturalarında indirim, primli-sosyal sigorta sisteminden erken emeklilik imkânı, engelli kamu personeli seçme sınavıyla memur alımı, işyerlerinde zorunlu istihdam kotaları getirilmesi ve engelli çalışanlar için özel çalışma saatleri uygulanması.
Devlet, 2024 yılı itibarıyla engelli bakım evlerine aylık 7.608 TL (net asgari ücretin yaklaşık %44’ü) tutarında evde bakım yardımı vermekte olup, bu yardımdan 750.000’den fazla aile yararlanmaktadır. Ayrıca engellilere engellilik oranına göre 2.797 TL ile 4.196 TL arasında engelli ödeneği ödenmektedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetleri, eğitimden bakım hizmetlerine, istihdamdan ayrımcılığın önlenmesine, engellilerin sosyal hizmetlere erişiminin önündeki bürokratik engellerin kaldırılması, evde bakım ve sağlık hizmetleri sağlanması gibi hizmetlere kadar engellilerle ilgili birçok iyileştirme gerçekleştirdi. Evde sağlık hizmetleri engelli vatandaşların yaşam kalitesini artıran unsurların başında geldi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı istatistiklerine göre 2023 yılına kadar yılda yaklaşık 600.000 kişi evde bakım ödeneği alıyor. Evde bakım hizmetlerinden 2007 yılında sadece 28.000 vatandaş yararlanırken, bu sayı 2023 yılı Mayıs ayı itibarıyla 20 kat artışla neredeyse 600.000’e ulaştı. Ayrıca 2023 yılı itibarıyla 858 bin kişi ücretli engelli/iş göremezlik ödeneği almakta olup, 1,5 milyondan fazla kişi (engelliler dahil) evde mobil sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır.
Kurumsal ve evde bakım
Karşılaştırmalı refah araştırmalarına gelince, Türkiye’de engellilere yönelik ilginç programlar başlatılıyor, ancak nadiren bilimsel araştırmalara konu oluyor. Çarpıcı bir örnek olarak, AK Parti’nin aile refahı yanlısı duruşu nedeniyle Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın kurumsal bakım yerine enformel bakımı tercih etmesi dikkat çekicidir. Evde bakım desteklenmektedir ve Türkiye’nin sosyal yapısına uygundur. Aynı şekilde büyük bakım kurumları yerine “umut evleri” adı verilen küçük ölçekli, yerleşim alanı merkezli kurumlar kurulmaktadır (2021 yılına kadar 149 umut evi kurulacaktır).
Kurumsal bakım ve enformel bakım arasındaki tartışmalar, sosyal politika alanındaki akademik çalışmaların ana tartışmalarından birini oluşturmaktadır. TH Marshall’ın yaklaşımından yola çıkan bazıları, temel kurumsal bakımın tesis edilmesinin, eşit muamele anlayışıyla tüm vatandaşlar için erişilebilir bir refah devleti oluşturacağını ileri sürüyor ve enformel bakımın kontrolsüz olduğunu ve bireyi toplumun insafına bıraktığını savunuyor. Bu yaklaşım, vergilerle finanse edilen ve tüm vatandaşların erişimine açık büyük ölçekli kurumlar sunmaktadır. Öte yandan pek çok kişi kurumsal bakımın refah rejimleri üzerinde sürdürülemez yükler yarattığını ileri sürüyor ve mümkün olduğunca bireyin kendini evinde/organik ortamında hissettiği durumlarda enformel bakımın teşvik edilmesi gerektiğini savunuyor. Bu yaklaşım, kurumların kaçınılmaz olarak bozulduğunu, bireylerin kurumsallaşmasının yabancılaşmaya yol açtığını savunur.
Refah rejimlerinin etkili, uygun maliyetli, uygulanabilir ve sürdürülebilir olması için toplumun sosyokültürel yapısına uyması gerekmektedir. Sosyal politika hiçbir zaman kültürden bağımsız evrensel bir reçete değildir; Japonya’ya en uygun formülün, örneğin Meksika’da feci sonuçları olabilir. Bu nedenle kültüre duyarlı sosyal politika her zaman gereklidir.
Türk kültürü, yaşlı ve engelli kişilerin evde aileleri tarafından bakılmasını tavsiye etmekte, ayrıca çocukların yaşlı ebeveynlerin veya engelli bireylerin huzurevlerinde veya bakım kurumlarında bırakılmasını utanç verici bulmaktadır. Bu nedenle, evde bakımı desteklemeye yönelik Türk kültürü ve bu bağlamdaki politika denemeleri, Batı dışı bir refah devleti deneyimi olarak sosyal refah çalışmalarına ciddi bir ilgi gerektirmektedir.
Ancak olgun refah devletleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’nin bebek adımındaki çabaları henüz deneysel düzeydedir. Ülkenin tam teşekküllü bir refah devleti olabilmesi için değişen toplumsal gerçeklere odaklanmayı ihmal etmeden önemli adımlar atması gerekiyor.
Ancak bu alandaki bilim adamlarının dikkat ve incelemesine ihtiyaç duyarlar. Engellilerin eğitim, kariyer, iş-yaşam, sanat, kültür gibi toplumsal yaşamın her alanına erişiminin sağlanması ülke açısından hâlâ bir zorluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Engellilerin kendi kendilerine yetebilmeleri ve topluma katkıda bulunabilmeleri için bakıma değil, desteklenmeye ihtiyaçları vardır. Uygun mekanizmalar oluşturulabilirse nüfusun yüzde 16 daha fazlası refah rejimlerine yük olmak yerine ekonomiye ve topluma katkı sağlayacak.