Türkiye’nin savunma sanayisi son on yılda hızla gelişti ve ürünleri askeri yeteneklerini defalarca kanıtladı. Ukrayna ordusunun Rusya’ya karşı hızlı yenilgisi, Türkiye savunma sanayisinde küresel bir marka haline gelen TB2 drone ile büyük ölçüde önlendi. Benzer şekilde Dağlık Karabağ’da da TB2, Ermenistan ile yaşanan çatışmada Azerbaycan lehine oyunun kurallarını değiştirdiğini kanıtladı. Suriye’nin yanı sıra Kuzey Irak ve Libya arasındaki çatışmalarda da Türkiye’nin jeopolitik bir oyuncu olmasına yardımcı oldu. Bu noktada TB2, sadece askeri bir platform değil, aynı zamanda Türkiye savunma pazarının da hakim oyuncusu olduğunu gösterdi. Baykar, 2023 yılında Türkiye’nin ihracatının 1,7 milyar dolarını (54,6 milyar TL) tek başına gerçekleştirecek. Türkiye’nin savunma politikasında yeni bir dönemin en görünür işareti.
Türk askeri-sanayi kompleksinde ortaya çıkan inovasyon ekosistemi, ülkeyi “tekno-ulus” olarak yeniden konumlandırmış ve Türkiye’nin dış politika bakış açısına yeni bir kimlik unsuru katmıştır. Bu kimlik, Türkiye’nin askeri gücünü bölgesel bir markaya dönüştürmesini sağladığı gibi, savunma sanayini de ülkenin büyüyen ekonomisi için bir sıçrama tahtasına dönüştürüyor.
Küresel savunma pazarının yeni oyuncusu
Türkiye, askeri ve jeopolitik başarılarının yanı sıra artık sadece Batılı ülkelerin iştahlı olduğu bir müşteri değil, küresel savunma pazarında yükselen bir yıldız haline geldi. Türk savunma ve havacılık sanayisi geçtiğimiz yıl yaklaşık 6 milyar dolarlık ihracat rakamına ulaşırken, sektörün 2024 yılının ilk iki ayındaki ihracatı önceki yılın ilk iki ayına göre yüzde 11,8 artışla 632,7 milyon dolara ulaştı. Geçtiğimiz yılın savunma ve havacılık ihracat şampiyonu Baykar, küresel drone pazarında ikinci sırayı almaya çalışırken, insanlı ve insansız platformlarıyla öne çıkan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ) listede ikinci sırada yer alıyor. TAI, geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin ilk yerli savaş uçağı KAAN’ı gökyüzüne tanıttı. Bu anlamda Türkiye, sadece taktik ve operasyonel askeri güç unsurlarına değil, stratejik platformlara da sahip olma iddiasını ortaya koymuştur. Bu başarı, Türkiye ile ABD arasında F-16 alımına ilişkin belirsizliğin devam etmesiyle gerçekleşti.
Türkiye’nin askeri inovasyon alanında yükselen bir ülke olarak ortaya çıktığı yeni açıklanan verilerle de kanıtlanıyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerine göre, Türkiye’nin savunma sanayii ihracatı 2022’de 4,3 milyar dolara, 2023’te ise yüzde 27,1 artışla 5,5 milyar dolara ulaşacak. Bu yükselişin arkasında Türkiye’nin 230 çeşit ürünü farklı coğrafyalarda 185 ülkeye ihraç etmesi yatıyor. Böylece Türkiye, sahip olduğu oran ile küresel silah ihracatı pazarında 11. ülke olmayı başardı. Türkiye’nin savunma ve havacılık ihracat portföyü tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı.
2024 yılı sonunda Türkiye’nin küresel silah ticaretindeki pazar payını daha da artırması, savunma sanayi ürünlerinin ülke ekonomisindeki payının da artması muhtemel. Hatta Türkiye’de kilogram başına ortalama ihracat değeri 1,57 dolar iken, Türk savunma sanayisi kilogram başına ihracat değerini bir önceki yıla göre yüzde 14 artırdı. 65 doları aşarak Türkiye ekonomisine ve dolaylı olarak toplumsal refaha büyük katkı sağladı.
Bu başarının ithalat tarafı da çok önemli. SIPRI’ye göre Türkiye’nin küresel silah ithalatındaki payı 2014-18’den 2019-23’e %29 düştü. Bu da Türkiye’nin, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) yönetimi altında, dışa bağımlılığı azaltarak stratejik özerkliğe ulaşma hedefine her geçen yıl daha da yaklaştığını gösteriyor. Daha da önemlisi, Türkiye, Ukrayna’daki savaş nedeniyle silah ithalatını artıran Avrupa’nın askeri mühimmat ihtiyacını karşılıyor ve bu, Türkiye’nin Avrupa’nın gelişen savunma ve güvenlik mimarisinde önemli bir oyuncu olarak rolünü yeniden güçlendiriyor. SIPRI’ye göre, Avrupa’ya silah ithalatı 2019-2023 döneminde önceki beş yıllık döneme göre kısmen Ukrayna’daki savaş nedeniyle yüzde 94 arttı.
Türkiye’nin silah ticaretinin jeopolitik portföyünde belirgin bir model var. 185 ülke arasında Türkiye’den silah ve çeşitli askeri platform ve alt parça ihracatçıları arasında ilk üç sırada, silah ihracatının ana alıcıları olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar ve Pakistan yer alıyor. SIPRI’ye göre BAE’nin Türkiye’nin silah ihracatındaki payı yüzde 15, Katar’ın yüzde 13’ü ve Pakistan’ın yüzde 11’i. Türkiye ile BAE arasındaki tartışmalı ihtilafların birkaç yıl önce çözülmesinden bu yana iki ülke arasındaki savunma ticaretinin yüzde 15’e ulaşması, Ankara’nın dış politika ile savunma sanayi diplomasisini birleştirme becerisinin önemli bir kanıtıdır. Türkiye ile Suudi Arabistan arasında imzalanan büyük çaplı alımlar dikkate alındığında, Körfez ülkelerinin artan askeri harcamalarında Türkiye’nin önemli bir tedarikçi olacağı açıkça görülüyor.
Ankara için de önemli bir savunma pazarı olan Afrika’da Türkiye’nin yükselişi de dikkat çekiyor. SIPRI’ye göre Fransa, 2019-23’te Sahraaltı Afrika’nın üçüncü büyük tedarikçisiydi ve alt bölgenin silah ithalatının %11’ini oluşturuyordu. Türkiye, 2023 yılında hacim bazında dördüncü büyük tedarikçi olmuştur. Nijerya’ya savaş helikopteri, çeşitli ülkelere eğitim/savaş uçağı ve drone teslimatı nedeniyle %6,3’lük paya sahiptir.
Değişen dinamikler
Bu başarının arkasında birkaç önemli sebep var. Öncelikle savunma sanayinde yerli ve milli askeri inovasyon süreçlerini merkeze alan bir strateji. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2004 yılında ısrarla devreye soktuğu kaynak üretme mantığı, Türk savunma sanayisinin sürdürülebilir bir ekonomik temel oluşturmasını sağladı. Erdoğan’ın doğrudan alıma ayırdığı 12 milyar dolarlık bütçeyi yerli ve milli projelere yönlendirmesi, ülke içindeki askeri-sanayi kompleksinin ana oyuncuları için atılan stratejik adımlardan biri ve ciddi bir motivasyon kaynağı oldu. İkincisi, Ankara’nın Türkiye’nin güvenlik ortamındaki yapısal kırılganlıklara askeri olarak yanıt verme yükümlülüğüydü. Nitekim Arap Baharı ile başlayan güvensizlik dalgası Türkiye’yi kendi teknolojik mimarisini ve askeri-endüstriyel ekosistemini inşa etmeye yöneltti. 2012 yılında Türkiye-Batı ilişkilerinde yaşanan iniş çıkışlar, Ankara’nın kendi savunma sanayisine odaklanmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Suriye, Irak, Libya ve Karabağ’daki askeri çatışmalar ise savunma ürünlerinde gerçek ihtiyaçların daha hızlı tespit edilmesine ve yeni teknolojilerin geliştirilmesine olanak sağladı. Daha da önemlisi bu çatışmalar Türk ürünlerinin ve askeri platformlarının sahadaki etkinliğini kanıtladı ve küresel pazarda çekiciliğini artırdı. Böylece Ankara, dayanıklı bir savunma ekosistemi inşa ederken, çatışmalardaki deneyimini hızla askeri yeniliğe dönüştürdü. Savunma pazarındaki esnek politikaları, Ankara’yı farklı bölgesel savunma sanayii komplekslerinde yükselen bir oyuncuya dönüştürdü.
Türkiye’nin silah ticaretinde gelecekteki bir oyuncu olarak ortaya çıkmasının ve özerklik politikası yoluyla askeri gücünü pekiştirmesinin birçok önemli sonucu vardır. Bunun en önemli sonuçlarından biri Türkiye’nin bölgesinin en yetenekli ordularından birine sahip olmasıdır. Askeri açıdan zaten güçlü olan Türkiye, yeni teknolojik mimarisi ve geliştirdiği askeri doktrin yelpazesiyle gelecekteki savaş ortamına hazır bir ülke görünümü sergiliyor.
Bir diğer önemli sonuç ise Türkiye’nin askeri gücün projektörü haline gelmesidir. Bu özelliği onu sıradan bir orta güç olmanın ötesinde tanımlamayı gerekli kılmaktadır. Suriye, Irak, Libya, Katar ve Somali gibi sınırlarının ötesinde gelişmiş askeri üslere sahip olması Ankara’nın jeopolitik portföyünü genişletiyor. Daha da önemlisi Türkiye, kritik güvenlik ortamlarında partner ülke olarak görülmeye başlandı.
Bu da Türkiye’yi daha sorunlu konularda büyük ölçekli ülkelerle ortaklık yapılabilecek bir ülkeye dönüştürüyor. Orta vadeli bir projeksiyonda Türkiye, özellikle Ukrayna savaşı sonrasında Avrupa güvenlik ve savunma ekosisteminde geleneksel olmayan bir rol üstleniyor ve ittifak ilişkilerini yapısal bir mimari içerisinde yeniden konumlandırıyor.