Ülkelerin demokratik kurumları, büyümesi ve altyapıları da dahil olmak üzere kalkınması devam eden bir süreçtir. Özellikle demokrasi, binlerce yıl boyunca gelişmiş, sürekli olarak yeni talepler, reformlar ve daha ileri ve sofistike ilerlemelere yönelik toplumsal beklentiler tarafından şekillendirilmiştir.
Reform ve çözüm çabaları devletlerin sorunlarına göre farklılık göstermektedir. Afrika’da bir ülke için standart bir demokrasinin işlemesi önemli bir reform olarak görülürken ya da anti-demokratik ülkelerden birinde demokrasiye geçiş devrim niteliğinde bir durum olarak görülürken, demokrasiyle yönetilen ülkelerde her zaman daha ileri adımlar beklenir.
Türkiye Cumhuriyeti sadece anayasa tartışmalarının bir gecede başlamasını beklemedi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde anayasal bir çerçeve, padişaha bağlı bir devlet idaresi ve bir mebuslar meclisi kurulmuştu. 1876 yılında ilk meşrutiyetin ilanıyla Osmanlı Devleti kendi anayasasını kabul etti.
Osmanlı padişahı ve parlamentosunun ikiliği bazı açılardan İngiliz yönetimine benziyordu. Padişah devleti yönetmeye devam etti ama aynı zamanda bazı yetkileri de Meclis’e devretti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra bir anayasa çıkarıldı, ardından 1924’te ikinci bir anayasa yapıldı. Ardından 1960 darbesinden sonra yeni bir anayasa ortaya çıktı, 1980 darbesinden sonra da bir anayasa daha yapıldı.
12 Eylül Anayasası, darbe sonrasında oluşturulduğu 1982 yılından bu yana sürekli revizyon ve reformlardan geçmiştir. Anayasa’nın bazı yönleri güncellenirken, diğer taraftan da bir yandan yama, değişiklik ve değişikliklerden oluşan bir yapıya dönüşmüştür.
Televizyonda yayınlanan bir tartışma sırasında anayasa değişiklikleri ile depremden zarar gören binalar arasında bir benzetme yaptım. “Depremde hasar gören binalar var, devlet ya da şahıslar bunları yenilemeye çalışıyor. Bazı sütunlar güçlendiriliyor. Ama bu şekilde güçlendirilen bir bina asla deprem korkusuyla yapılan yönetmeliklere uygun şekilde inşa edilmiş yeni bir binaya benzemez. ” Söyledim.
Benzer şekilde, Türkiye’nin mevcut Anayasası da, birçok değişikliğe rağmen, eksik iyileştirmelerle güçlendirilmiş bir yapı görünümündedir.
Göz ardı edilen sosyal sorunlar
Gelişimsel veya altyapısal eksiklikleri olan veya temel hizmetlerin henüz kent merkezlerinde kurulmadığı ülkelerde, karmaşık sosyal konular genellikle gündemde değildir.
Bugün Türkiye, altyapı geliştirmede önemli kilometre taşlarına ulaşmış ve enerji, sağlık ve eğitimden diğer alanlara kadar çeşitli kamu hizmetlerinde kapsamlı ekosistemler kurmuştur. Sonuç olarak, daha etkili bir organizasyon ve yönetim sağlamak için devletin yönetim yapısının iyileştirilmesine acil bir ihtiyaç vardır.
Özellikle siyasi parçalanma ve toplumsal kutuplaşmanın önlenmesi, toplumun farklı kesimlerini kapsayan ve toplumsal sözleşmenin temelini oluşturan rızaya dayalı bir anayasa tartışmasının yaşanmaması, demokrasimizde esas olarak darbelerden kaynaklanan kesintiler nedeniyle gerçekleşmemiştir.
Kapsayıcı bir anayasa
Bugün bu söylem için önemli bir fırsat sunuyor. Türkiye artık eğitim reformu, anayasal ve hukuki yeniden yapılanma gibi daha karmaşık alanlara adım atmaya hazırlanıyor. Geçmişte parça parça yaklaşımlar kullanılmış olsa da, Anayasa ve seçim kanunundan başlayarak toplumsal örgütlenmenin elden geçirilmesinin ve böylece ilgili tüm tarafların rızasına dayalı bir toplumsal sözleşmenin geliştirilmesinin oldukça faydalı olacağına inanıyorum.
Böyle uzlaşmaya dayalı bir toplumsal sözleşmenin ortaya çıkmasıyla birlikte, bilimsel gelişmelere açık, aynı zamanda siyasi parti düzenlemelerinden ticari alanlara kadar uzanan, hukuki inceleme ve denetime tabi, yeni, genç, reform yanlısı bir sistem öngörüyorum.
Türkiye’nin başkanlık sistemine geçişi, hızlı karar alma konusunda önemli adımlar atılmasını kolaylaştırmış ve altyapı sorunlarının çözümünde önemli ilerlemelere yol açmıştır.
Bundan sonraki aşama ise güven ve uzlaşı üzerine kurulu bir toplumun oluşmasıdır ve bu güven toplumu ancak herkesin katıldığı bir anayasa ve herkesin gönüllü olarak uyduğu yasalarla mümkündür.
Batılı uluslar yasal ve anayasal bir sistem oluşturmuş ve halklarını buna uyma konusunda eğitmişlerdir. Rızaya dayalı bir toplumdan yoksunuz ve yasalara uyma konusunda zorluklarla karşı karşıyayız. Toplumun bu ilkeler konusunda eğitilmesine yönelik özverili çabaların yanı sıra, karşılıklı anlaşmaya dayalı yasal ve anayasal bir çerçevenin oluşturulmasının uygun olacağını düşünüyorum.