Soğuk Savaş dönemi belirgin bir iki kutuplulukla tanımlanıyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya (Sovyetler Birliği) rakip ittifaklara, NATO’ya ve Varşova Paktı’na başkanlık ediyordu. Bu ideolojik mücadele, dünyayı dev bir satranç tahtası gibi böldü; çoğu ulus, bir tarafta veya diğer tarafta sıkı bir şekilde konumlandı.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi tek kutuplu bir dünya düzeninin başlangıcı oldu. Süper güç emsalinden kurtulan Amerika Birleşik Devletleri, geniş bir uluslararası sürüye rehberlik eden yalnız bir çobana benzer şekilde önde gelen küresel güç haline geldi.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü, genellikle “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan bir iyimserlik dönemine yol açtı. Bu vizyon yeni bir dünya vaat ediyordu; demokrasinin yükselişi, ekonomilerin gelişmesi, yaşam standartlarının iyileşmesi ve zenginliğin daha adil dağılımı. Soğuk Savaş gerilimlerinin yükünü taşımayan ABD, daha önce hiç görmediği ülkelerde demokrasiyi teşvik etmek için fantastik fikirlerle bu misyona liderlik etmeye hazırdı.
Tek kutuplu dünyanın düzensizliğinden kimseye fayda gelmedi. Bu, ABD’nin kayıtsızlığını artırdı ve neredeyse tüm uluslararası kurumların dağıtılmasına yol açtı. Afganistan, Irak ve Yemen’deki çatışma ve saldırılarda Birleşmiş Milletler sadece bir cephe örgütü olarak kullanılmış, öncelikle ABD’nin işgal ve saldırılarını kolaylaştırmıştır.
Son on yılda yaşanan tüm savaşları, işgalleri ve insan hakları ihlallerini bir kenara bırakırsak, İsrail-Filistin çatışmasında Filistinlilere uygulanan soykırım, BM’nin ne kadar çaresiz ve etkisiz çalıştığını ortaya koydu. Diğer uluslarüstü kurumlar da aşağı yukarı benzer durumdaydı.
Tek kutuplu dünyanın sonu
Bazı fütüristler, düşünürler ve siyaset bilimciler, tek kutuplu dünyanın sona erdiğini, henüz resmi olarak adlandırılmamış olsa da çok kutuplu bir dünyanın doğuşunun başladığını öne sürüyorlar.
Çok kutuplu dünya düzeni hâlâ şekillenirken, geçici bir iki kutuplu dinamik de ortaya çıktı. NATO’nun desteklediği ABD, önde gelen bir küresel güç olmaya devam ediyor. Ancak Doğu’da, Çin ve Rusya’nın merkezinde yer aldığı potansiyel bir denge ağırlığı oluşuyor. Kuzey Kore eninde sonunda bu gruba katılabilir ancak bu “yeni Doğu”nun doğası değişkendir. Ekonomik bağlar, siyasi ittifaklar ve hatta savaş zamanı değerlendirmeleri bu gelişmekte olan bloğun şekillenmesinde rol oynuyor. Bu nedenle, “Doğu-Batı” ayrımı ilk analiz için yararlı olsa da uzun vadede geçici bir yapı olarak ortaya çıkabilir.
Batılı devletleri tanımlamak özellikle zor değil. NATO ittifakı kalıcı gücünü göstermeye devam ediyor.
Doğu dediğimiz denklem oldukça karmaşık. Çin’in Rusya ile ittifakından bahsedebilir miyiz veya potansiyel bir üçüncü Dünya Savaşı’nda ittifak öngörebilir miyiz? Bugün bu soruların yanıtını vermek son derece zordur.
Her iki tarafta intihar
Ukrayna Savaşı başlı başına Batılı devletlerin psikolojisini, demokrasi anlayışlarını ve ötekileştirme kültürlerini ortaya koyan bir felakete dönüştü.
Rusya’nın yalnızca Batılı olmayan bir toplum değil, Batı’nın asli bir parçası olduğu da ileri sürülebilir. Hıristiyanlığın tarihi, kültürel ve kodlanmış unsurları inkar edilemez bir şekilde Doğu ile Batı arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor ve Rusya da bir istisna değil. Ancak son olaylar, özellikle de Rusya’nın Ukrayna ihtilafında şeytanlaştırılması, Avrupa’daki dışlayıcılığın yeniden canlandığını gösteriyor. Bu şeytanlaştırma o kadar yoğun ki, Rusya neredeyse beşinci dünya ülkesine benzeyen bir dışlanmış devlet konumuna düşürüldü. Bu, Dostoyevski gibi kültürel figürlerin yasaklanmasıyla birlikte siyasi retoriğin ötesine uzanıyor.
Batı’nın Ukrayna’ya verdiği yoğun askeri ve ekonomik destekle öncelikle Rusya’nın askeri yeteneklerinin kontrol altına alınması veya zayıflatılması hedefleniyor. Bir bakıma Ukrayna, Batı tarafından Rusya ile savaşa sürüklenmiş ve Rusya’yı zayıflatmak için bir aygıt olarak kullanılmıştır. Bir bakıma Konfüçyüs’ün dediği gibi “Savaş aslında her iki taraf için de intihar demektir.” Bu savaşta olan budur.
Öte yandan Ukrayna-Rusya savaşı uzadıkça Rusya, kendi şartlarına göre oluşturduğu ittifaklar yoluyla silah tedarikini güvence altına alıyor. Özellikle, Rusya’nın gerekli bir önlem olarak gerekçe gösterdiği Kuzey Kore ile bir güvenlik anlaşmasını da içeriyor.
Öte yandan Batılı devletler Rusya’ya ambargoyu yoğunlaştırıyor, baskılarını sıkılaştırıyor ve Rusya ile iş yapan diğer ülkeleri tehdit ediyor.
Doğu-Batı denklemi
Bu Doğu-Batı denkleminde Türkiye’nin rolü özellikle kritiktir. Türkiye, önemli jeopolitik konumu göz önüne alındığında, hangi tarafı desteklemeyi seçtiğine bağlı olarak uzun vadede Doğu-Batı denklemindeki dengeleri değiştirebilir.
Türkiye, Ukrayna-Rusya ihtilafında kritik bir arabuluculuk rolü üstlendi ve NATO müttefiki olmasına rağmen tarafsız bir duruş sergilemeyi başardı. Bu bağlamda Türkiye’nin liderlik konumu paha biçilmez hale geldi ve her ne kadar İngiltere, İstanbul-Dolmabahçe barış görüşmelerinde sağlanacak barışı baltalasa da, Türkiye’nin basiretli tarafı hala devam ediyor.
Türkiye çağlar boyunca jeopolitik konumu nedeniyle kritik bir dengeyi korumuştur. Özellikle Soğuk Savaş döneminde Batı için değerli bir müttefikti. Türkiye, küresel değişimlere rağmen son 20 yılda gücünü önemli ölçüde artırmış ve kendisini bölgesel dinamiklerin merkezinde konumlandırmıştır.
Türkiye hem NATO hem de yeni Doğu Bloku ülkeleriyle karşılıklı yarara dayalı ilişkileri geliştirerek hiçbir cepheye bağlı kalmama tavrını benimsedi. Önümüzdeki dönemde Ukrayna-Rusya savaşı bağlamında Batı ilişkilerini takip ederken, dünyada değişen konjonktüre göre Türkiye’nin bu denklemdeki güçlü konumunu da takip edeceğiz.