Batı ittifakı, politik doğruculuğun şablonu kadar tekelindedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeninde “erdem örneği”ni temsil eden galipler, medeniyetin ebedi temsilcileri olarak resmediliyor. Bu temsil, demokrasi, barış, insan hakları, çocuklara ve kadınlara yönelik olumlu ayrımcılık, inanç, ifade ve basın özgürlüğü ile hukukun üstünlüğü gibi medeniyetin temel değerlerinin tümünü kapsayan idealleri kapsamaktadır.
Batı’nın savunduğu ve söylem üstünlüğü iddiasındaki anlatıda, başta Doğu olmak üzere dünyanın geri kalanı karanlığa boyanmıştır. İnsani değerlerin ortak zenginliği bu bölgelerde ayaklar altına alınmış gibi gösteriliyor.
İnternetin yaygınlaşması ve geleneksel medyanın tek bilgi kaynağı olma özelliğini kaybetmesiyle birlikte, 70 yıldır varlığını sürdüren bu büyük anlatının cilası da soyulmaya başladı. Dünya gündeminin küreselleşmesi, Batı’ya dair çizilen pembe tablonun bir illüzyondan başka bir şey olmadığını ortaya çıkardı.
Muhalif siyasetçilere yönelik baskının yalnızca Rusya veya Çin’e özgü olmadığı artık açıkça görülüyor. CNN bunu bildirmese de, adaletin saat gibi işlediğini iddia eden ABD’deki yüksek yargının, 2024 seçimlerinin favori adayı olan eski ABD Başkanı Donald Trump’ı engellemek için yasayı nasıl ihlal ettiğinin gayet iyi farkındayız. , başarılı olmaktan. Demokrasinin doğduğu yerde, tüm devlet aygıtı galip sayılan adayı engellemekle meşguldür.
Avrupa’nın ikiyüzlülüğü
“İnsan Hakları ve Basın Özgürlüğü Komiseri” konumuna talip olan Avrupa’da da durum farklı değil. Birleşik Krallık ve İsveç’in gazeteci Julian Assange’ın hayatını mahvetmek için nasıl canavarca bir işbirliği yaptığını dehşetle izliyoruz. Başarılı olurlarsa, ABD ordusunun insan hakları ihlallerine ilişkin kanıtları paylaşarak gazetecilik görevini yerine getirdiği için Assange’ı yüzlerce yıl hapse mahkûm edecekler. Ölüm nedeni henüz belli olmayan Rus muhalefet lideri Alexei Navalny’nin ölümüyle ilgili şüphelerle dünyayı karıştıranların Assange hakkında sessiz kaldığını gördünüz mü?
Ancak yakın zamanda yaşanan bir başka rezalet, ana akım Amerikan medyasının, Tucker Carlson’un Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı çığır açıcı röportajı önemli bir gazetecilik başarısı olarak kabul etmemesidir.
Belçika yargısı geçtiğimiz günlerde Avrupa’da yükselen İslamofobik faşizme tutsaklığını ortaya koydu. Mahkeme, işyerinde başörtüsünü çıkarmayı reddettiği için Brüksel Belediyesi tarafından işe alınmayan bir kadın çalışanın aleyhine karar verdi. AB ruhunun vücut bulduğu Belçika, bu açık insan hakları ihlalini Avrupa Adalet Divanı içtihadına dayanarak meşrulaştırıyor. Daha da geriye giderek Orta Çağ’da kimin neye inanacağına karar veren “Engizisyon mahkemeleri” emsallerine atıfta bulunabilirler, değil mi?
Hayır, bu hikayeleri anlatarak Doğu ile Batı arasında hiçbir fark olmadığını söylemiyorum. Sonuçta bu, Batı gibi bir blok olmasa da Doğu devletlerine ve halklarına büyük bir haksızlık olur.
Gerçekten Batı’nın Ortadoğu’daki temsilcisi İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Gazze’de soykırım yapmasına hangi Doğu devleti cesaret edebilir? Ya da hangi Doğulu lider Fransa, Almanya ve İngiltere liderleri gibi gözlerinin önünde işlenen bu kadar iğrenç bir insanlığa karşı suça sessiz kalabilir, hatta destek verebilir?