Batı Afrika ülkeleri, sömürge döneminden bu yana siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda derin işbirliği içinde oldukları eski sömürge devletleriyle olan ilişkilerinden duydukları memnuniyetsizliği son on yılda cesurca dile getiriyor. Özellikle bölge devletleri, terörle ve radikalizmle mücadelede kendilerini yalnız bıraktığını, hatta zaman zaman bu tehditler nedeniyle sıkıntıya soktuğunu iddia ettikleri Fransa ve ABD gibi Batılı ülkelerle ilişkilerini gözden geçiriyorlardı.
Özellikle “françafrique” politikasından vazgeçtiğini ve kıta devletleriyle eşit ve adil ilişkiler kurmayı hedeflediğini söyleyen Emmanuel Macron yönetimiyle Fransa ile Afrika arasındaki köprülerin halatları koptu. Çünkü söylemden farklı eylemleri olan Macron, Afrika’daki Fransız müdahaleciliğini sürdürmüş, kıtadaki eski sömürgelerin ekonomilerini yeni sömürgeci uygulamalarla sömürmeye devam etmiş ve güvenlik alanında beklenen başarıyı sağlayamamıştır. Her geçen gün daha büyük tehditlerle mücadele etmek zorunda kalan Afrika devletleri, güvenlik tehditleriyle mücadele edecek, siyasi ve ekonomik yapılarını güçlendirecek yeni ortaklar aramaya başladı. Bu durum Çin, ABD, Rusya, Japonya, Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi büyük ve orta güçlerin Afrika’daki etkisinin artmasına olanak sağladı. Bu aktörlerin kıtadaki etkinliklerini artırmaya çalışırken kendi aralarında rekabet etmeleri kıta devletleri açısından olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Yarışma sonuçları
Afrika’daki uluslararası aktörler arasında artan rekabet, hem olumlu hem de olumsuz sonuçların karmaşık bir dizisiyle sonuçlandı. Olumlu tarafı, artan yabancı yatırım ve yardımlar çoğu Afrika ülkesinde altyapının geliştirilmesine, ekonomik büyümeye ve istihdam yaratılmasına yol açmıştır. Sivil toplum kuruluşları (STK’lar) da dahil olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar, insani krizlerin ele alınmasında, sağlık hizmetlerinin desteklenmesinde ve eğitim girişimlerinin desteklenmesinde önemli rol oynamıştır. Ek olarak, yabancı sermaye akışı teknoloji transferini ve bilgi paylaşımını kolaylaştırarak tarım, sağlık ve yenilenebilir enerji sektörlerindeki ilerlemelere katkıda bulunmuştur.
Ancak yoğun rekabet olumsuz sonuçları da beraberinde getirdi. Kaynak odaklı çatışmalar ve jeopolitik rekabetler, Afrika ülkeleri içindeki mevcut gerilimleri artırdı ve bazı bölgelerde istikrarsızlığa ve şiddete yol açtı. Dış aktörlerin ulusal politikaları şekillendirmedeki etkisi bazen yerel yönetişim yapılarını zayıflatabilir ve Afrika uluslarının kendi halklarına en iyi şekilde hizmet edecek egemen kararlar alma yeteneğini engelleyebilir. Ayrıca, bazı ülkeler kredileri geri ödemede zorluk yaşayabileceğinden veya uygun şartları müzakere etmede zorluklarla karşılaşabileceğinden, ekonomik rekabet bağımlılıklar ve borç yükleri yaratabilir. Afrika’daki uluslararası rekabetin olumlu ve olumsuz etkileri arasında bir denge kurmak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve Afrika uluslarının özerkliğini korumak açısından kritik bir zorluk olmaya devam ediyor.
Öte yandan Afrika’da yarışan bazı aktörlerin de zaman zaman öne çıktığını söylemek mümkün. Önceki yıllarda kıta devletlerinin ABD ile Çin arasındaki rekabetin büyük etkisi altında olduğunu tartışmıştık. Ancak Donald Trump döneminde Washington yönetiminin dış politikası Asya-Pasifik’e odaklanmıştı. Öte yandan birçok Afrikalı lider Çin’den duydukları memnuniyetsizliği dile getirdi. Çin, bu devletlerle yaptığı anlaşmaların taahhütlerini yerine getirmediği için “borç tuzağı” ile ekonomik sıkıntılara da neden oldu. Çin hâlâ kıtanın en büyük ticari ortağı olmasına rağmen artık kıta devletlerinin büyük bir heyecanla ilişki geliştirmeye çalıştığı bir aktör değil.
Afrika’da Washington-Pekin rekabetinin göreceli olarak sakinleşmesinin ardından kıta devletlerinde Paris ile Moskova arasındaki rekabet rüzgarları esmeye başladı. Bu rüzgarlar çok kısa sürede fırtınaya dönüştü. Bilindiği üzere Rusya, 2014 yılında Kırım’ı işgal ettikten sonra başta Batılı aktörler olmak üzere uluslararası toplum tarafından büyük yaptırımlara maruz kalmış ve küresel arenada adeta izole edilmişti. Moskova bu yalnızlıktan kurtulmak, giderek kötüleşen ekonomisini güçlendirmek ve Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşta maddi ve siyasi destek sağlamak için Afrika devletleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalıştı. Moskova hükümeti bunu terör, iç savaş ve darbe gibi yoğun güvenlik sorunlarıyla mücadele eden Afrika ülkeleriyle özellikle askeri alanda işbirliğini geliştirerek gerçekleştirdi. Hatırlanacağı üzere bu Afrika devletleri (özellikle Batı Afrika’daki eski Frankofon kolonileri) Fransa ile güvenlik alanında yaptıkları işbirliklerinden sıkıntı çekmiş, özellikle gençler ülkelerinin Fransız etkisinden kurtulup yeni işbirlikleri geliştirmesini talep etmişlerdi. Böylece Batı Afrika’da giderek güç kaybeden Fransa’nın yarattığı iktidar boşluğunda Rus nüfuzu artmaya başladı. Eski Fransız sömürge yapıları ve Paris’le çıkarları paylaşan siyasi elitler, ardı ardına gelen askeri darbelerle ortadan kaldırıldı. Bu ülkelerde iktidara gelen yeni cunta yönetimleri Rusya ile yakın ilişkiler kurdu. Fransa ise artan Rus etkisinden duyduğu hoşnutsuzluğu her fırsatta dile getirerek bölgede zaman zaman Moskova karşıtı propagandaya kalkıştı.
Özellikle Nijer’deki darbe sonrasında Rusya ile Fransa arasındaki gergin rekabetin etkileri çok daha belirgin olmaya başladı. 26 Temmuz’da Niamey/Nijer’de gerçekleşen darbenin ardından Sahel bölgesindeki son kalelerinden birini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalan Fransa, Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) lideri Nijerya ile birlikte, darbecilerin müdahale etmesi halinde askeri müdahale tehdidinde bulundu. Devrik lider Muhammed Bazum’u serbest bırakmadı ve ülkeyi anayasal düzene döndürmedi. Ancak Mali ve Burkina Faso bu tehdide çok sert tepki gösterdi ve hatta olası bir ECOWAS müdahalesine karşı Niamey’e Super Tucano savaş uçakları da dahil olmak üzere askeri ve mali destek gönderdi.
Ancak sonuçta Fransa ve Nijerya’nın Nijer’deki cuntaya karşı desteklediği ECOWAS askeri müdahalesi gerçekleşmedi. Niamey’deki cunta üyeleri sert ve kararlı bir duruş sergileyerek Fransız büyükelçisi ve Fransız ordusunun ülkeyi terk etmesini talep etti. Ülke hava sahasını Fransız uçaklarına bile kapattı. Daha sonra Macron, büyükelçinin en kısa sürede Nijer’den ayrılacağını ve Fransız askerinin ayrılışının yıl sonuna kadar tamamlanacağını duyurdu. Ancak bu da bölgedeki gerilimi azaltmaya yetmedi.
Mali’nin başkenti Bamako’daki bakanlık heyetlerinin ortaya çıkardığına göre, 16 Eylül’de Mali, Burkina Faso ve Nijer’deki cunta liderleri arasında karşılıklı savunma anlaşması imzalandı. “Liptako-Gourma Yönetmeliği” olarak bilinen anlaşma, resmi olarak Sahel Devletleri İttifakını (ASS) kurdu. Mali’nin cunta lideri Assimi Goita, eski Twitter adıyla bilinen sosyal medya platformunda ittifakın temel amacını şu şekilde açıkladı: “Sonuçta halklarımıza fayda sağlayacak kolektif savunma ve karşılıklı destek için bir çerçeve oluşturmak.”
28 Ocak 2024’te ASS üyesi Mali, Nijer ve Burkina Faso, kendilerine insanlık dışı yaptırımlar uygulayan ECOWAS’tan ayrılacaklarını açıkladı. Zaten bu ülkelerdeki askeri darbeler nedeniyle ECOWAS üyelikleri askıya alınmıştı. Ayrıca sendika, cunta rejimlerine büyük siyasi ve ekonomik yaptırımlar uyguladı. Bu kararların arkasında dış güçlerin etkisinin olduğunu savunan ASS cunta liderleri, yaptıkları açıklamada ECOWAS’ın kurucu babalarının ideolojilerinden ve Pan-Afrikanizm’den uzaklaştığını ve dış güçlerin çıkarlarına hizmet ettiğini iddia etti.
ECOWAS ile ASS arasındaki ayrılık ve siyasi gerginlik bölgedeki güvenlik tehditlerini artırıyor. Bilindiği gibi bölgede bölücü grupların, teröristlerin ve suç örgütlerinin yoğun şiddet eylemleri yaşanıyor. Örneğin “Silahlı Çatışma Yeri ve Olay Verileri Projesi” raporuna göre Mali’de cunta üyelerinin iktidara geldiği 2020’den 2023’ün ortalarına kadar ülkede şiddet neredeyse üç kat arttı. 2023 yılının ilk yarısında başkent Bamako’nun 150 kilometre yakınında 16 terör saldırısı yaşandı. Kuzeyde Tuaregler Mali ordusuna karşı yeniden silahlı çatışmalar başlattı. Burkina Faso’da da benzer gelişmeler var. Ağustos ayının başında Togo sınırı yakınlarında çoğu tüccar olan 20 kişi teröristler tarafından öldürüldü. STK’ların belgelediği gibi terör saldırılarının bilançosu yıkıcıdır. Verilen bilgilere göre sivil, asker ve polisin de aralarında bulunduğu 16 binden fazla kayıp yaşandı. Bu trajediye ek olarak kriz, 2 milyondan fazla insanı kendi ülkelerinde yerinden etti ve Afrika’daki “ülke içinde yerinden edilmenin” en ciddi örneklerinden biri haline geldi.
Mali, Burkina Faso ve Nijer, bu güvenlik sorunlarının çözümünde Fransa ile işbirliklerine son verdi. Mali’deki BM misyonu MINUSMA da ülkeyi terk etti. Ancak kendi potansiyelleri ve Rusya’nın desteğiyle bu sorunları aşmaları çok zor. Mali’nin Rus özel askeri şirketi Wagner ile ayda 11 milyon dolar karşılığında yaptığı güvenlik işbirliği ve çeşitli madencilik imtiyazları beklenen sonuçları vermedi. Tam tersine Mali Ordusu ve Wagner milislerinin sivil halka yönelik insan hakları ihlalleri, toplu katliam, tecavüz ve yağma iddialarıyla güvenlik sorunları daha da karmaşık hale geldi. Benzer durumlar Batı Afrika’da Rusya ile işbirliği yapan diğer ülkelerde de mevcut. Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun yapısal ve mali sorunları nedeniyle kendi aralarında oluşturdukları ASS oluşumunun bu derin sorunları çözmede başarılı olup olmayacağı konusunda derin şüpheler var.
Ne yapalım?
Bu noktada Batı Afrika’da barış ve istikrarın sağlanması için acilen uyumlu ulusal ve uluslararası stratejilerin oluşturulması gerekmektedir. Bu bölgedeki insanların terörizm, iç savaşlar, iklim değişikliği ve doğal afetler gibi sınır ötesi tehditlerle başa çıkabilmek için güçlü bir uluslararası iş birliğine ihtiyacı var. Afrika Birliği (AU) ve ECOWAS gibi bölgesel kuruluşlar bu zorlukların üstesinden gelmede önemli bir rol oynayabilir. Bu kuruluşlar politika oluşturarak, krizlere yanıt vererek ve bölgesel barış ve güvenliği destekleyen projeler geliştirerek etkili olabilirler.
Ancak olası bu olumlu etkilerin yanı sıra, yeni sömürgeci politikalarla mücadele eden dış güçler arasındaki rekabetin bölgedeki güvenlik durumunu etkileyebilecek etkileri de dikkate alınmalıdır. Bölgesel varlıklar dış müdahalelerin etkisi altında kalabilmekte ve iç sorunlarla baş etme yetenekleri sınırlı olabilmektedir. Bu durum bölge devletlerinin egemenliklerini güçlendirmelerini ve kendi güvenliklerini yönetmelerini zorlaştırabilir. ECOWA’lar ve ASS arasında da hissedilen bu rekabet ortamı, Afrika kıtasının tamamı için çeşitli güvenlik tehditlerini de ortaya çıkarabilir ve uluslararası toplumu bölgesel istikrarsızlığın olası etkileri konusunda daha fazla endişelendirebilir.
Batı Afrika ülkeleri, sömürge döneminden bu yana siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda derin işbirliği içinde oldukları eski sömürge devletleriyle olan ilişkilerinden duydukları memnuniyetsizliği son on yılda cesurca dile getiriyor. Özellikle bölge devletleri, terörle ve radikalizmle mücadelede kendilerini yalnız bıraktığını, hatta zaman zaman bu tehditler nedeniyle sıkıntıya soktuğunu iddia ettikleri Fransa ve ABD gibi Batılı ülkelerle ilişkilerini gözden geçiriyorlardı.
Özellikle “françafrique” politikasından vazgeçtiğini ve kıta devletleriyle eşit ve adil ilişkiler kurmayı hedeflediğini söyleyen Emmanuel Macron yönetimiyle Fransa ile Afrika arasındaki köprülerin halatları koptu. Çünkü söylemden farklı eylemleri olan Macron, Afrika’daki Fransız müdahaleciliğini sürdürmüş, kıtadaki eski sömürgelerin ekonomilerini yeni sömürgeci uygulamalarla sömürmeye devam etmiş ve güvenlik alanında beklenen başarıyı sağlayamamıştır. Her geçen gün daha büyük tehditlerle mücadele etmek zorunda kalan Afrika devletleri, güvenlik tehditleriyle mücadele edecek, siyasi ve ekonomik yapılarını güçlendirecek yeni ortaklar aramaya başladı. Bu durum Çin, ABD, Rusya, Japonya, Hindistan, Brezilya, Türkiye gibi büyük ve orta güçlerin Afrika’daki etkisinin artmasına olanak sağladı. Bu aktörlerin kıtadaki etkinliklerini artırmaya çalışırken kendi aralarında rekabet etmeleri kıta devletleri açısından olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurmuştur.
Yarışma sonuçları
Afrika’daki uluslararası aktörler arasında artan rekabet, hem olumlu hem de olumsuz sonuçların karmaşık bir dizisiyle sonuçlandı. Olumlu tarafı, artan yabancı yatırım ve yardımlar çoğu Afrika ülkesinde altyapının geliştirilmesine, ekonomik büyümeye ve istihdam yaratılmasına yol açmıştır. Sivil toplum kuruluşları (STK’lar) da dahil olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar, insani krizlerin ele alınmasında, sağlık hizmetlerinin desteklenmesinde ve eğitim girişimlerinin desteklenmesinde önemli rol oynamıştır. Ek olarak, yabancı sermaye akışı teknoloji transferini ve bilgi paylaşımını kolaylaştırarak tarım, sağlık ve yenilenebilir enerji sektörlerindeki ilerlemelere katkıda bulunmuştur.
Ancak yoğun rekabet olumsuz sonuçları da beraberinde getirdi. Kaynak odaklı çatışmalar ve jeopolitik rekabetler, Afrika ülkeleri içindeki mevcut gerilimleri artırdı ve bazı bölgelerde istikrarsızlığa ve şiddete yol açtı. Dış aktörlerin ulusal politikaları şekillendirmedeki etkisi bazen yerel yönetişim yapılarını zayıflatabilir ve Afrika uluslarının kendi halklarına en iyi şekilde hizmet edecek egemen kararlar alma yeteneğini engelleyebilir. Ayrıca, bazı ülkeler kredileri geri ödemede zorluk yaşayabileceğinden veya uygun şartları müzakere etmede zorluklarla karşılaşabileceğinden, ekonomik rekabet bağımlılıklar ve borç yükleri yaratabilir. Afrika’daki uluslararası rekabetin olumlu ve olumsuz etkileri arasında bir denge kurmak, sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak ve Afrika uluslarının özerkliğini korumak açısından kritik bir zorluk olmaya devam ediyor.
Öte yandan Afrika’da yarışan bazı aktörlerin de zaman zaman öne çıktığını söylemek mümkün. Önceki yıllarda kıta devletlerinin ABD ile Çin arasındaki rekabetin büyük etkisi altında olduğunu tartışmıştık. Ancak Donald Trump döneminde Washington yönetiminin dış politikası Asya-Pasifik’e odaklanmıştı. Öte yandan birçok Afrikalı lider Çin’den duydukları memnuniyetsizliği dile getirdi. Çin, bu devletlerle yaptığı anlaşmaların taahhütlerini yerine getirmediği için “borç tuzağı” ile ekonomik sıkıntılara da neden oldu. Çin hâlâ kıtanın en büyük ticari ortağı olmasına rağmen artık kıta devletlerinin büyük bir heyecanla ilişki geliştirmeye çalıştığı bir aktör değil.
Afrika’da Washington-Pekin rekabetinin göreceli olarak sakinleşmesinin ardından kıta devletlerinde Paris ile Moskova arasındaki rekabet rüzgarları esmeye başladı. Bu rüzgarlar çok kısa sürede fırtınaya dönüştü. Bilindiği üzere Rusya, 2014 yılında Kırım’ı işgal ettikten sonra başta Batılı aktörler olmak üzere uluslararası toplum tarafından büyük yaptırımlara maruz kalmış ve küresel arenada adeta izole edilmişti. Moskova bu yalnızlıktan kurtulmak, giderek kötüleşen ekonomisini güçlendirmek ve Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşta maddi ve siyasi destek sağlamak için Afrika devletleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalıştı. Moskova hükümeti bunu terör, iç savaş ve darbe gibi yoğun güvenlik sorunlarıyla mücadele eden Afrika ülkeleriyle özellikle askeri alanda işbirliğini geliştirerek gerçekleştirdi. Hatırlanacağı üzere bu Afrika devletleri (özellikle Batı Afrika’daki eski Frankofon kolonileri) Fransa ile güvenlik alanında yaptıkları işbirliklerinden sıkıntı çekmiş, özellikle gençler ülkelerinin Fransız etkisinden kurtulup yeni işbirlikleri geliştirmesini talep etmişlerdi. Böylece Batı Afrika’da giderek güç kaybeden Fransa’nın yarattığı iktidar boşluğunda Rus nüfuzu artmaya başladı. Eski Fransız sömürge yapıları ve Paris’le çıkarları paylaşan siyasi elitler, ardı ardına gelen askeri darbelerle ortadan kaldırıldı. Bu ülkelerde iktidara gelen yeni cunta yönetimleri Rusya ile yakın ilişkiler kurdu. Fransa ise artan Rus etkisinden duyduğu hoşnutsuzluğu her fırsatta dile getirerek bölgede zaman zaman Moskova karşıtı propagandaya kalkıştı.
Özellikle Nijer’deki darbe sonrasında Rusya ile Fransa arasındaki gergin rekabetin etkileri çok daha belirgin olmaya başladı. 26 Temmuz’da Niamey/Nijer’de gerçekleşen darbenin ardından Sahel bölgesindeki son kalelerinden birini kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalan Fransa, Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) lideri Nijerya ile birlikte, darbecilerin müdahale etmesi halinde askeri müdahale tehdidinde bulundu. Devrik lider Muhammed Bazum’u serbest bırakmadı ve ülkeyi anayasal düzene döndürmedi. Ancak Mali ve Burkina Faso bu tehdide çok sert tepki gösterdi ve hatta olası bir ECOWAS müdahalesine karşı Niamey’e Super Tucano savaş uçakları da dahil olmak üzere askeri ve mali destek gönderdi.
Ancak sonuçta Fransa ve Nijerya’nın Nijer’deki cuntaya karşı desteklediği ECOWAS askeri müdahalesi gerçekleşmedi. Niamey’deki cunta üyeleri sert ve kararlı bir duruş sergileyerek Fransız büyükelçisi ve Fransız ordusunun ülkeyi terk etmesini talep etti. Ülke hava sahasını Fransız uçaklarına bile kapattı. Daha sonra Macron, büyükelçinin en kısa sürede Nijer’den ayrılacağını ve Fransız askerinin ayrılışının yıl sonuna kadar tamamlanacağını duyurdu. Ancak bu da bölgedeki gerilimi azaltmaya yetmedi.
Mali’nin başkenti Bamako’daki bakanlık heyetlerinin ortaya çıkardığına göre, 16 Eylül’de Mali, Burkina Faso ve Nijer’deki cunta liderleri arasında karşılıklı savunma anlaşması imzalandı. “Liptako-Gourma Yönetmeliği” olarak bilinen anlaşma, resmi olarak Sahel Devletleri İttifakını (ASS) kurdu. Mali’nin cunta lideri Assimi Goita, eski Twitter adıyla bilinen sosyal medya platformunda ittifakın temel amacını şu şekilde açıkladı: “Sonuçta halklarımıza fayda sağlayacak kolektif savunma ve karşılıklı destek için bir çerçeve oluşturmak.”
28 Ocak 2024’te ASS üyesi Mali, Nijer ve Burkina Faso, kendilerine insanlık dışı yaptırımlar uygulayan ECOWAS’tan ayrılacaklarını açıkladı. Zaten bu ülkelerdeki askeri darbeler nedeniyle ECOWAS üyelikleri askıya alınmıştı. Ayrıca sendika, cunta rejimlerine büyük siyasi ve ekonomik yaptırımlar uyguladı. Bu kararların arkasında dış güçlerin etkisinin olduğunu savunan ASS cunta liderleri, yaptıkları açıklamada ECOWAS’ın kurucu babalarının ideolojilerinden ve Pan-Afrikanizm’den uzaklaştığını ve dış güçlerin çıkarlarına hizmet ettiğini iddia etti.
ECOWAS ile ASS arasındaki ayrılık ve siyasi gerginlik bölgedeki güvenlik tehditlerini artırıyor. Bilindiği gibi bölgede bölücü grupların, teröristlerin ve suç örgütlerinin yoğun şiddet eylemleri yaşanıyor. Örneğin “Silahlı Çatışma Yeri ve Olay Verileri Projesi” raporuna göre Mali’de cunta üyelerinin iktidara geldiği 2020’den 2023’ün ortalarına kadar ülkede şiddet neredeyse üç kat arttı. 2023 yılının ilk yarısında başkent Bamako’nun 150 kilometre yakınında 16 terör saldırısı yaşandı. Kuzeyde Tuaregler Mali ordusuna karşı yeniden silahlı çatışmalar başlattı. Burkina Faso’da da benzer gelişmeler var. Ağustos ayının başında Togo sınırı yakınlarında çoğu tüccar olan 20 kişi teröristler tarafından öldürüldü. STK’ların belgelediği gibi terör saldırılarının bilançosu yıkıcıdır. Verilen bilgilere göre sivil, asker ve polisin de aralarında bulunduğu 16 binden fazla kayıp yaşandı. Bu trajediye ek olarak kriz, 2 milyondan fazla insanı kendi ülkelerinde yerinden etti ve Afrika’daki “ülke içinde yerinden edilmenin” en ciddi örneklerinden biri haline geldi.
Mali, Burkina Faso ve Nijer, bu güvenlik sorunlarının çözümünde Fransa ile işbirliklerine son verdi. Mali’deki BM misyonu MINUSMA da ülkeyi terk etti. Ancak kendi potansiyelleri ve Rusya’nın desteğiyle bu sorunları aşmaları çok zor. Mali’nin Rus özel askeri şirketi Wagner ile ayda 11 milyon dolar karşılığında yaptığı güvenlik işbirliği ve çeşitli madencilik imtiyazları beklenen sonuçları vermedi. Tam tersine Mali Ordusu ve Wagner milislerinin sivil halka yönelik insan hakları ihlalleri, toplu katliam, tecavüz ve yağma iddialarıyla güvenlik sorunları daha da karmaşık hale geldi. Benzer durumlar Batı Afrika’da Rusya ile işbirliği yapan diğer ülkelerde de mevcut. Mali, Nijer ve Burkina Faso’nun yapısal ve mali sorunları nedeniyle kendi aralarında oluşturdukları ASS oluşumunun bu derin sorunları çözmede başarılı olup olmayacağı konusunda derin şüpheler var.
Ne yapalım?
Bu noktada Batı Afrika’da barış ve istikrarın sağlanması için acilen uyumlu ulusal ve uluslararası stratejilerin oluşturulması gerekmektedir. Bu bölgedeki insanların terörizm, iç savaşlar, iklim değişikliği ve doğal afetler gibi sınır ötesi tehditlerle başa çıkabilmek için güçlü bir uluslararası iş birliğine ihtiyacı var. Afrika Birliği (AU) ve ECOWAS gibi bölgesel kuruluşlar bu zorlukların üstesinden gelmede önemli bir rol oynayabilir. Bu kuruluşlar politika oluşturarak, krizlere yanıt vererek ve bölgesel barış ve güvenliği destekleyen projeler geliştirerek etkili olabilirler.
Ancak olası bu olumlu etkilerin yanı sıra, yeni sömürgeci politikalarla mücadele eden dış güçler arasındaki rekabetin bölgedeki güvenlik durumunu etkileyebilecek etkileri de dikkate alınmalıdır. Bölgesel varlıklar dış müdahalelerin etkisi altında kalabilmekte ve iç sorunlarla baş etme yetenekleri sınırlı olabilmektedir. Bu durum bölge devletlerinin egemenliklerini güçlendirmelerini ve kendi güvenliklerini yönetmelerini zorlaştırabilir. ECOWA’lar ve ASS arasında da hissedilen bu rekabet ortamı, Afrika kıtasının tamamı için çeşitli güvenlik tehditlerini de ortaya çıkarabilir ve uluslararası toplumu bölgesel istikrarsızlığın olası etkileri konusunda daha fazla endişelendirebilir.