Türk halkı Pazar günü belediye başkanlarını ve muhtarlarını seçti. Hiçbir seçimin önemsiz olmadığı bir ülkede, kendimizi bu yeni dönemin siyasetine ilişkin kamusal bir tartışmanın ortasında buluyoruz. Yani seçim sonrası dönem bizi meşgul edecek.
Önümüzdeki dört yıl boyunca Türkiye’de seçim yapılmayacak olması, Türk siyasetinin daha az yoğun olacağı anlamına gelmiyor. Uluslararası sistemin her geçen gün daha kaotik ve rekabetçi hale geldiği bir dünyada, savaştan teröre, ticaret yollarından pozisyon değiştirmeye kadar pek çok dış politika konusunu ele alacağız.
Gözlemciler, Rusya ile Batı arasında devam eden çatışmanın Doğu Avrupa ve Balkanlara yayılma potansiyelini bir kabus senaryosu olarak tanımlıyor. Polonya Başbakanı Donald Tusk geçtiğimiz günlerde dünyanın yeni bir savaş dönemine girdiğini söylemişti: “Kimseyi korkutmak istemiyorum ama savaş artık geçmişten gelen bir kavram değil. Bu gerçek ve iki yıldan fazla bir süre önce başladı.”
Erdoğan’ın önemli ziyaretleri ve yurt içi öncelikleri
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu çerçevede ciddi bir diplomatik çaba başlatacak. Türk liderin önümüzdeki iki ay içinde Bağdat ve Washington’u ziyaret etmesi ve Yunanistan Başbakanı Kyriakos Mitsotakis ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sissi’yi ağırlaması planlanıyor. Gazze’de devam eden katliam, Rusya-Ukrayna savaşı, Irak ve Suriye’de PKK-YPG teröristleriyle mücadele, Afrika ülkeleriyle yapılan savunma ve ticaret anlaşmaları ve Kafkasya’da barış arayışı gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. Bu arada ülke, iç cephede ekonomiye, siyasi muhalefetin durumuna ve yeni anayasaya odaklanacak.
Pazar günkü seçimler öncesinde, seçim sonuçlarının etkisine ilişkin tahminler kampanyalardan daha az ilgi görmedi. Seçim sonrası senaryolar bu nedenle hem Türk halkının hem de yabancıların ilgisini çekti. Özellikle birçok gözlemci, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) İstanbul’daki belediye başkanlığı yarışını kaybetmesi durumunda muhalefetin ciddi bir krizle karşı karşıya kalacağını belirtti. Diğerleri ise CHP ve İyi Parti (IP) liderlerinin incelemeye tabi tutulacağını ve insanların siyasete ilgisiz hale geleceğini söyledi. Bazıları ise Ekrem İmamoğlu’nun olası yenilgisinin siyasi kariyerine son vereceğini ve yeniden seçilmesinin onu “muhalefet lideri” haline getireceğini ileri sürdü.
Ancak seçim sonrası duruma ilişkin bu tür yorumların eksik kaldığı üç nokta vardı.
Türk siyaseti: Dinamikler, belediyeler ve gelecek vizyonları
Birincisi, Türk siyaseti her zaman dinamik ve anlamlı olmuştur. Gerçek şu ki, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) bazı belediyeleri CHP’den geri alarak “Türkiye’nin Yüzyılı” vizyonuna ilave bir ivme kazandırmış olacaktı. CHP’nin İstanbul’u kaybetmesi durumunda siyasi muhalefet muhtemelen biraz çalkantı yaşayacaktı ama yine de 2028’de yeni bir duruş sergileyecekti. Nihayet İmamoğlu kaybetse bile gözünü 2028’den ayırmayacaktı.
İkinci nokta ise Türkiye’nin, belediye seçimleri ne olursa olsun, iktidara beş yıllık istikrar sunan ve siyasi arenada iki karşıt kutbu oluşturarak muhalefeti tetikte tutan bir başkanlık hükümet sistemine sahip olmasıdır. Türk halkının, başkanlık sistemine geçildiği 2018 yılından bu yana dördüncü kez oy kullandığını hatırlayalım. Önceki üç yarışma 2018 cumhurbaşkanlığı-milletvekili seçimleri, 2019 belediye seçimleri ve 2023 cumhurbaşkanlığı-milletvekili seçimleriydi. Şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 4 yıl daha görev süresi var. Başkanlık sistemindeki konsolidasyon sürecinde ülke, ekonomiden dış politikaya kadar pek çok alanda cesur adımlar atacak. Bu noktada muhalefetin erken seçim talebinin ve muhtemelen 2023’te ittifak kurmanın ödediği ağır bedeli akılda tutmak daha mantıklı olacaktır.
Son olarak, bu kaotik uluslararası ortamda olası değişimlerin, risklerin, çatışmaların ve fırsatların Türk siyaseti üzerindeki etkisini dikkate almak önemlidir.