Yıldıray Oğur’un kaleme aldığı yazıda, son dönemde Batılı ülkelerin Şam’daki ziyaretlerine ABD Dışişleri Bakanlığı’nın katıldığına dikkat çekiliyor. Üst düzey üç diplomatın fotoğraf vermeden yaptığı ziyaretin gecikmesinin sebebi, Obama ve Biden yönetiminin 2015’ten sonra Suriye ile ilgili politika tutarsızlıkları olabilir. Obama, Suriye’yi Rusya ve İran’a terk etmişti ve ABD heyetinin asıl gündemi, Suriye’nin en büyük ihtiyacı olan yaptırımların kaldırılmasıydı. Bu yaptırımlar 2020 yılında, Esad’a karşı uygulamaya konulmuştu. İlginç olan, bu yaptırımların adı ‘Sezar’. Peki, ‘Sezar’ adı nereden geliyor? Sezar, 2011’den önce Suriye askeri polisinde bir adli fotoğrafçı olarak görev yapıyordu. Normalde kazalar ve suç mahallerini fotoğraflayan Sezar, iç savaşın başlamasıyla rejimin hapishanelerinde öldürülen kişilerin cesetlerini belgelendirmek zorunda kaldı. 2011-2013 yılları arasında her gün cesetlerin detaylı fotoğraflarını çekmekle yükümlüydü. Esad yönetimi, öldürülenlerin kimliklerini ve ölümlerinin ‘gerekçelerini’ belgelemek için bir numaralandırma sistemi geliştirmişti. Cesetlere, tutuklandıkları hapishanenin numarası ve bağlı oldukları güvenlik biriminin numarası verilecekti. Cesetlerin ‘ölüm sertifikası’ düzenlenmeden önce fotoğrafları çekiliyor ve arşivleniyordu. Bir otoriter rejimin sistematik bürokrasisi böyle işleyecekti. Sezar, yıllarca tanık olduğu bu barbarlık karşısında bu bürokrasiyi aşmaya karar verir ve 2013’te yaklaşık 55.000 fotoğrafı gizlice Suriye dışına çıkarmak için muhalefet ve insan hakları savunucularıyla irtibat kurar. Fotoğraflar, uluslararası insan hakları örgütlerine ulaştırılır ve dijital kopyalar halinde gizli ağlar aracılığıyla taşınır. Bu süreçte, ifşaat korkusuyla işe gitmeyen Sezar, kendini ölmüş gibi gösterir. Nihayetinde, 10 kişilik bir ekiple birlikte Doha’ya kaçar ve oradan Türkiye’ye geçer. Ailesini Suriye’den çıkarama riskini göze almaz. 2014 yılında ortaya çıkar ve ABD Kongresi ile Avrupa Parlamentosu’nda, başında mavi bir kapşon ve sesi değiştirilmiş olarak fotoğraflarını gösterir. Konuşmasında, rejimin hapishanelerinde sistematik işkencelerin detaylarını aktarır: “Her gün onlarca ceset fotoğraflıyordum. Cesetlerin çoğunda açlık, dayak ve işkence izleri vardı. Bazı cesetlerin tırnakları çekilmiş, bazıları yanmış, bazılarına elektrik verilmişti. Cesetler öylece bırakılıyordu; insanlık tamamen yok olmuştu.” Esad, bu fotoğrafları inkar etti ve neden işkencenin fotoğrafının çekilmesi gerektiğini sordu. Ancak İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ve Uluslararası Af Örgütü, fotoğrafların gerçek olduğunu doğruladı. Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Parlamentosu, bu fotoğrafları rejimin insanlık suçlarını belgeleyen güçlü bir kanıt olarak kabul etti. Fotoğraflar internette yayımlandığında, insanlar kaybolan yakınlarını teşhis etmeye başladılar. Ahmad al-Musalmani, 2 Ağustos 2012’de, 14 yaşındayken ailesinin güvenliği için götürüldüğü Lübnan’dan annesinin cenazesine katılmak üzere Suriye’ye dönmüştü. Beş kişiyle birlikte bir minibüste seyahat ediyordu. Kontrol noktasında bir memur, yolcuların telefonlarını aldı ve Ahmad’ın telefonunda Esad karşıtı bir şarkı buldu. Yolcu arkadaşlarından biri, ertesi gün ailesine anlattığına göre, memur Ahmad’ı kontrol noktasındaki küçük bir odaya sürükledi. Diğer yolcular minibüsle yola devam ettiler. Ahmad’ın amcası, Dahi al-Musalmani, Mart 2013’te ülkeden kaçmadan önce 20 yıl boyunca yargıçlık yapmıştı. Dahi, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne Ahmad’ın kaybolmasından sonra birkaç hükümet yetkilisiyle görüştüğünü söyledi. Hava Kuvvetleri İstihbaratı’nın gözetiminde olduğunu öğrendi ve 14.000 ABD Doları’ndan fazla rüşvet vermesine rağmen serbest bırakmayı başaramadı. Sonunda, aile üyelerinin kendisine tutuklanması hâlinde arandığını söylemesi üzerine Ürdün’e kaçtı. Sezar’ın fotoğrafları yayımlandığında amcası, Ahmad’ı aradı: “Doğrudan Hava Kuvvetleri İstihbaratı’nın dosyasına gittim ve onu buldum. Bu bir şoktu. Onu burada görmek hayatımın en büyük şokuydu. Onu tam 950 gün boyunca aradım. Her günü saydım. Annesi ölürken bana, ‘Onu senin korumana bırakıyorum,’ demişti. Nasıl bir koruma sağlayabilirim?” Deyr el-Zor’da yaşayan Rehab el-Allawi, Suriye’deki ayaklanmadan önce Şam Üniversitesi’nde mühendislik öğrencisiydi. Sezar’ın çektiği alıkonulanların cesetlerine ait fotoğraflar arasında tek bir kadın fotoğrafı onunkiydi. Askere ait özel bir birim, Baskın Tugayı onu 17 Ocak 2013’te tutuklamıştı. Rehab, o dönemde Şam’daki yerel koordinasyon komitelerinden birinde çalışıyordu. Ailesi, onun serbest bırakılması için Suriye hükümeti içindeki bağlantılarını kullanarak 18.000 ABD Doları’ndan fazla para ödediler ama ne yazık ki başarılı olamadılar. Eski bir tutuklu olan Hanadi, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne Rehab ile birlikte 215. Şube Askeri İstihbarat tesisinde üç haftadan uzun bir süre gözaltında tutulduklarını anlattı. Hanadi, “24 gün boyunca yan yana hücrede kaldık. Kendisi ailesini görmek istiyordu. Her zaman kardeşleri hakkında konuşuyordu. Ailesi için çok korkuyordu,” dedi. Hanadi, üç buçuk hafta sonra Adra Cezaevi’ne sevk edildi ve Rehab’ı bir daha göremedi. Mart 2015’te, Sezar’ın fotoğrafları internette yayımlandıktan sonra, bir kuzen aileyi arayarak Rehab’ın fotoğrafının serbest bırakılanlar arasında olup olmadığını sordu. Kuzen, “Rehab’a çok benziyor,” dedi. Aile, Rehab’ı geçmişte tanıdığı halde tutukluluğu sebebiyle dış görünümünün değiştiğini fark etmişti, bu nedenle Rehab’ı hapiste gören eski tutuklulardan teyit almak istediler. Hanadi ise şöyle dedi: “Bir gün kardeşim beni aradı ve yayınlanan fotoğraflardaki kişinin Rehab olup olmadığını sordu. Giydiği pijamaları ve yüzünü hemen tanıdım. Ayak parmaklarının şekli bile aynıydı.” Sezar’ın fotoğrafları, uluslararası düzeyde siyasi yaptırımlara yol açtı. 2020 yılında ABD’de kabul edilen Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası, bu belgeler temel alınarak hazırlandı. Yasa, Suriye rejimine ağır ekonomik yaptırımlar getiriyor ve rejime yardım eden kişi ve kuruluşları hedef alıyor. Yıllarca kimliğini gizli tutarak yaşayan Sezar, hâlâ duyulmadı. Onunla birlikte kaçan bir arkadaşı, nihayet Esad’ın devrilmesinin ardından gerçek adıyla, yüzüyle ve sesiyle ortaya çıktı. Usame Osman, evinde bilgisayarında fotoğraflara bakarken küçük oğlunun yanına gelerek, “Baba bu adamlar neden yerde çıplak uyuyor?” diye sorduğunu anlattı. O fotoğraflara gözleriyle baktıktan sonra verdiği sözü hatırlıyor: Kanazacağız. Suriye gibi 50 yıllık bir diktatörlük rejiminde geriye 100 binden fazla kayıp insan kaldı. Yakınlarını hapishanelerde bulmayı uman aileler, hapishanelerin çevresinde kazma ile çalıştılar. Ancak Suriye İnsan Hakları Örgütü’nün başkanı televizyona çıkarak gözyaşları içinde, hapishanelerde hızlı yer altı hücreleri olmadığını duyurdu. “Onlar öldü,” dedi. Bu haberi Türkiye’de, utanmazlık sınırlarını aşmış bazı kişiler yalanlayarak dolaştırıyor. Ve bu kişiler, kendilerini solcu, demokrat, işkence karşıtı olarak tanıtıyor. Yaklaşık 100 bin insan, ülke genelinde duvarlara kaybolmuş yakınlarının resimlerini yapıştırarak ve toplu mezarların açılmasını bekleyerek, yakınlarını bulmayı umuyor. Fakat birileri, 60 yıllık bir diktatörlük rejiminin işkencesini bile ayıplamaktan geri kalmıyor.
Nedim Yamalı, Gelecek Partisi'nden 24 Aralık 2024 tarihinde istifa etti ve AK Parti'ye geçiş beklentileri gündeme geldi. İstifasının ardından yaptığı açıklamada, "Kuruluşundan bu yana görev aldığım Gelecek Partisi...
Devamını Oku..