İsrail-Filistin çatışmasında sıklıkla önerilen çözüm, 1967 sınırlarına dayanan “iki devletli çözüm”dür. Ancak askeri gücüne güvenen İsrail bu yaklaşımı benimsemeye pek istekli değil. Bunun yerine Filistin’i bir bütün olarak ilhak etmeyi tercih ederek hem fiziki varlığını hem de egemenliğini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Uluslararası büyük güçlerin İsrail yanlısı olduğu ve iki devletin bir arada yaşamasına verdikleri desteğin yalnızca sözlü olduğu göz önüne alındığında, İsrail’in planına kimse engel olmazsa, er ya da geç Filistin’de tek bir devlet, yani İsrail olabilir.
Maalesef sadece İsrail ve onun Batılı destekçileri değil, aynı zamanda bazı Arap rejimleri, özellikle El Fetih’in kontrolündeki Filistin Yönetimi (PA), İsrail’in gayri meşru işgalini ve etnik temizliğini kolaylaştırıyor. Hamas’ın 2006’da demokratik seçimleri kazandığını ve gruba Filistin’i yönetme hakkını verdiğini hatırlamamız gerekiyor. Ancak El Fetih’in ve uluslararası bağışçıların ülkeyi yönetmesine izin verilmediğinden El Fetih hareketi iktidarda kalmaya devam etti ve Gazze Hamas’ın kontrolüne bırakıldı. O tarihten bu yana, merkezi Ramallah’ta bulunan Filistin Yönetimi, Gazze hariç Filistin’i yöneten resmi Filistin hükümetidir. Şu anda, tüm Filistin topraklarının %15’inden azında iki Filistin otoritesi/devleti bulunmaktadır.
Ancak zaman, Filistin Yönetimi’nin Filistin davasına zarar vermekten başka bir şey yapmadığını gösterdi. Filistinli akademisyen Dana El Kurd, “Kutuplaşmış ve Hareketsizleştirilmiş: Filistin’de Otoriterliğin Mirasları” başlıklı kitabında bu hasarı çok güzel anlatıyor. El Kurd, ABD’nin yardımları Filistin Yönetimi’ne karşı “havuç ve sopa” olarak kullandığını savunuyor ve ABD’nin 1993 ile kitabının yazıldığı dönem (2019) arasında 8 milyar dolar bağışta bulunduğunu ekliyor.
ABD’nin Filistin Yönetimi’ne müdahalesi göz önüne alındığında, birkaç hipotez öne sürüyor. Birincisi, yabancı güçlerin (patronların) demokrasi pahasına otoriter rejimlerle ittifak kurması nedeniyle, uluslararası katılımın elit ve kamu tercihleri arasında bir ayrılığa yol açtığını iddia ediyor. İlk hipotezi tamamlayacak şekilde, aynı zamanda insanların demokrasi ve hesap verebilirlik konusunda, rejime bağlı olup olmamalarıyla bağlantılı olarak farklı tercihlere sahip olduklarını da savunuyor. Bağlılık dereceleri kutuplaşmayı ve hareketsizleşmeyi de etkiliyor. Kitapta açıkladığı gibi, Filistin Yönetimi’ne ve bizzat Filistin Yönetimi’ne yakın olan Filistinliler, hükümeti eleştirenlere karşı dışlayıcı davranışlar sergiliyor. Üçüncü ve dördüncü hipotezlerde ise, işbirliği ve baskı gibi otoriter stratejilerin kutuplaşma yaratarak siyasi mobilizasyonda durgunluğa yol açtığını ileri sürüyor.
El Kurd ayrıca 35 polis memuru ve 1.270 sıradan insanla yaptığı anketin sonuçlarını ortaya koyarak ampirik bir analiz yapıyor. Anketine dayanarak, Filistin Yönetimi’ni destekleyen kişilerin demokrasiyi benimseme olasılığının daha düşük olduğunu ileri sürüyor. El Kurd, El Fetih üyelerinin yanı sıra laik Filistinlilerin de Hamas deneyimi nedeniyle demokrasiyi tercih etmediğini ortaya koyuyor. Öte yandan, görüşülen elitlerin (bürokratların) çoğunluğu ABD’nin Filistin Yönetimi politikalarına katılımının hayati önem taşıdığını söylerken, çok azı Filistin Yönetimi’ni ABD’nin rehinesi olarak görüyor. İsrail işgali tehdidine karşı, beyin yıkama faaliyetleri olduğu iddia edilen eğitim programları aracılığıyla iç muhalefete odaklanılması. Filistin Yönetimi birçok bakımdan ABD’ye bağlı olduğundan, ikincisini yatıştırmak için ilkinin daha otoriter olması gerektiğini ekliyor.
Filistin Yönetimi’ni otoriter bir hükümet olarak etiketleyerek, Filistin Yönetimi’nin kapsayıcı işbirliği ve dışlayıcı baskı yoluyla kutuplaşma yaratmak için diğer otoriter rejimlerin adımlarını takip ettiğini savunuyor. Örneğin, ankete katılan Filistin Yönetimi elitleri Hamas’ın IŞİD’le benzerlik gösteren bir hain grup olduğunu söylüyor. Bu tür görüşlerin ve dışlayıcı tutumların işbirliği ve sosyal uyumun azalmasına yol açtığını iddia ediyor. Sonuç olarak kutuplaşmış insanların birleşip İsrail’e karşı harekete geçmeyeceğini söylüyor. Dahası El Kurd, Filistin Yönetimi’ni İsrail’e yönelik baskının taşeronu olmakla ve İsraillilerin işini kolaylaştırmakla suçluyor.
PA kontrollü alanda daha az mobilizasyon
Dahası, bir bölge ne kadar Filistin Yönetimi’nin kontrolü altında olursa, halkın harekete geçmesinin de o kadar az mümkün olacağını, zira El Fetih kontrolündeki otoritenin her türlü ayaklanma ve protestoyu güç veya mahrumiyet yoluyla engellediğini iddia ediyor. El Kurd, Batı Şeria’daki insanların çoğunun Filistin Yönetimi’nin verdiği maaşlarla geçindiğini, dolayısıyla gelirlerini kaybetmekten kaçındıklarını ve Filistin Yönetimi ile çatışmamayı ya da her türlü haksız muameleye direnmemeyi tercih ettiklerini savunuyor. Ancak Filistin Yönetimi’nin hiçbir engelinin olmadığı yerde, Filistinliler istediklerini İsraillilerden alıyor; bu da Filistinlilerin haklarını aramasını engelleyen yöneticilerin (ABD ve İsrail) temsilcisi olduğu anlamına geliyor. İnsanlar üzerinde KA baskısı olmadığı için elde edilen birkaç başarı öyküsünü anlatıyor.
Genel olarak El Kurd, uluslararası müdahalenin, ya da diyelim ki ABD müdahalesinin, Filistin Yönetimi’ni hami olan ABD’ye bağımlı hale getirdiği formülünü geliştirdi. Bu bağımlılık, Filistin Yönetimi’ni Hamas gibi muhalif grupları susturmaya zorluyor. Bu Filistinli gruplar, patronların Filistin Yönetimi’ne dayattığı şartları kabul etmedikleri zaman baskıya maruz kalıyorlar. Baskı, kutuplaşmaya neden olur ve bu da sonunda hareketsizleşmeyle sonuçlanır. Çeşitli kesimler birbirlerini hain olarak gördükleri için işbirliği yapmıyor ve İsrail’e karşı harekete geçmiyorlar. El Kurd’un, Filistinlilerin birlik ve seferberliğinin önündeki temel engelin Filistin Yönetimi olduğu yönündeki iddiası oldukça değerli ve daha fazla ilgiyi hak ediyor. Öte yandan hatırlatmak isterim ki, Filistin Yönetimi’nin kuruluşu aynı zamanda onun terhis edilmesine de yol açmıştır. 1990’lı yıllarda Yaser Arafat’ın askeri üniformasını takım elbiseyle değiştirmeseydi Filistin’e daha fazla katkı sağlayacağı iddia ediliyordu.
El Kurd’un ileri sürdüğü argümanlardan yola çıkarak Filistin’in İsrail karşısında daha zayıf olduğu, Hamas konusunda insanlara olumsuz telkinlerde bulunan ve İsrail ile barış içinde yaşamayı tercih eden Filistin Yönetimi’nin daha fazla yasa dışı yerleşime yol açtığı söylenebilir. Batı Şeria’da İsrail’e yönelik baskı ve cinayetleri durduramadı. Dolayısıyla Filistin’in en büyük sorunu bölünmüşlüktür ve bunun temel nedeni de Filistin Yönetimi’dir. Dolayısıyla Filistin Yönetimi atıl kalmaya devam ettiği sürece sadece kontrol ettiği Batı Şeria değil, Gazze de yakın zamanda haritadan kaybolacaktır.