Modern Avrupa Birliği’nin temel taşı İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımdan sonra atıldı. Aslında AB’nin öncül üçlü topluluklarının oluşturulmasıyla bu tür bir yıkımın tekrar yaşanmasının önlenmesi amaçlanmıştı. AB’nin yapısı Avrupa devletlerinin uluslarüstü bir sistem yaratma çabalarından doğmuştur.
Soğuk Savaş döneminde Doğu Kutbu’ndaki Avrupa ülkeleri ile ABD arasında güçlü ekonomik ve güvenlik ilişkileri kuruldu. İnsan hakları ve demokratik değerlerin desteklenmesi AB’nin geliştirdiği en önemli değerler olmuştur. AB ve NATO’nun kuruluşu, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’na karşı önem kazandı.
Doğu Bloku 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla parçalanırken, Sovyet sonrası alanların çoğunluğu Batı değerlerini benimsedi ve sistemle bütünleşmiş kaldı. Savaştan bu yana geçen yaklaşık seksen yıl boyunca, NATO’nun güvenlik üyeleri ile Avrupalı meslektaşları arasındaki siyasi, hukuki ve ekonomik konulardaki ittifak, İsrail’in Gazze’deki eylemleriyle ilgili son gelişmelere kadar liberal demokrasi ilkelerine bağlı kaldı.
Ukrayna ve insan haklarına destek
Ancak süreç İsrail Gazze’ye saldırmadan önce başladı. 2014’teki Ukrayna krizinin ardından, Avrupa ülkeleri uzun süredir devam eden kırılganlıklarının fazlasıyla farkına vardılar. Yeni bir savunma yaklaşımı talebi, kolektif güvenlik içerisinde kimlik temelli bir bakış açısını da içeriyor. NATO’nun 2000’den sonra Rusya’ya doğru genişlemesi geçmiş travmaları yeniden canlandırdı. Ukrayna bu genişlemenin son aşaması oldu ve eski Doğu Bloku ülkeleri üye oldu. Kırmızı çizgi yaklaşımı Rusya ve Ukrayna bağlamında uygulamaya konulmuştur. Ancak 2007’den sonra NATO ve AB’nin Ukrayna ve Gürcistan’a yeni üye olarak genişleme politikası Rusya’nın dış politikasını değiştirdi. Nitekim 2014’ten sonra mevcut sistem, iki ayrı yapının varlığından da anlaşılacağı üzere bir bölünme sergilemektedir.
Şubat 2022’de önemli bir olay yaşandı. Avrupa’nın Ukrayna’ya askeri desteği ve Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya karşı başlattığı “özel askeri operasyona” yönelik yaptırımları da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Güvenlik durumuna ilişkin Avrupa’da, Rusya ile Ukrayna arasında devam eden çatışmanın Avrupa ana karasına kadar uzanabileceği yönünde bir algı var. Putin’in konuşmasında Rusya’nın Avrupa’da eşit ve bölünmez güvenlik ilkeleri konusunda NATO ülkeleriyle anlaşmaya varmaya çalıştığını ancak sonucun beklenmediğini vurgulamak gerekiyor. Bu gelişmeler üzerine AB ve ABD hızla Rusya’ya yaptırım uygulamaya başladı. Yaptırımlar, Rusya ekonomisini zayıflatmayı, onu kritik teknolojilerden ve pazarlardan mahrum bırakmayı ve savaş yapma kabiliyetini önemli ölçüde sınırlamayı amaçlıyordu.
Eldeki temel endişe AB’de zarar gören sivillerin sayısıdır. Konuya iki kutuplu ya da Soğuk Savaş perspektifinden yaklaşmak yerine insanların düşüncelerimizin ön saflarında yer alması gerekiyor. Devam eden çatışmanın can almaya devam etmesi son derece endişe vericidir ve üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.
Aynı şekilde Ukrayna’ya verilen destek konusunda da ABD’nin Ukrayna’ya sağladığı askeri yardım Eylül 2023 itibarıyla 45 milyar dolara ulaşmış olup, AB’nin askeri ve ekonomik desteği de oldukça ciddidir. Askeri desteğin Avrupa ülkelerini olumsuz etkileyebileceği bildirildi. Örneğin İngiltere 2022’de savunma harcamalarına 68,5 milyar dolar ayırdı. Ancak Ukrayna’ya verdiği askeri destek ve yardımlar nedeniyle şu anda 150 tanka ve bir düzine işlevsel uzun menzilli topçu silahına sahip.
Öte yandan Fransa’nın elinde 90’ın altında ağır top silahı bulunuyor. Avrupalı ve Batılı ülkeler devam eden savaşın her alanında Ukrayna’ya sarsılmaz bir destek sağlıyor ve bu da bölgede barış ve istikrarı teşvik etme konusundaki ortak kararlılıklarını gösteriyor.
Gazze ve insan hayatı ne durumda?
Jeopolitik açıdan bakıldığında, ABD ile geleneksel müttefikleri arasındaki ilişki liberal yaklaşımlara ve insan haklarına dayanıyordu. Ancak gelinen noktada İsrail’in Gazze’deki eylemleri özellikle düşündürücü ve benzeri görülmemiş niteliktedir. ABD ve AB ortak değerleri paylaşıyor ve ortak tehditlere karşı ortak bir yaklaşım sergiliyorken, bu endişe Gazze’de ne ölçüde geçerli?
Peki Ekim 2023’teki Hamas saldırıları sorulduğunda “meşru müdafaa” hakkı ve İsrail’in kendisini koruması gerektiği yönündeki söylemler, son günlerde yaşanan sivil kayıpları gerçeğiyle ne kadar tutarlı? İsrail’in Gazze’ye başlattığı operasyonda hayatını kaybeden sivil Gazzelilerin sayısı 20 bini aştı, bunların yaklaşık 8 bini masum çocuk.
AB’nin son dönemdeki iletişiminde Soğuk Savaş döneminde çok önem verilen insan hakları, demokrasi ve bireysel yaşam gibi değerlerden uzaklaşmış görünüyor. Ancak tonda gözle görülür bir değişiklik oldu. Ekim ayında, AB’nin Dışişleri ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, İsrail-Filistin çatışmasının insani bedelini kabul etti ve sivillerin hayatını kaybettiği ve gelecekte ortaya çıkabilecek ciddi sonuçların göz ardı edilmemesi konusunda uyarıda bulundu.
Öte yandan Soğuk Savaş döneminde AB ile ABD arasındaki ilişkiler daha insan merkezli bir yaklaşıma doğru kaymıştır. Bu, retorikte bir değişikliğe işaret etse de Borrell’in X hakkındaki son paylaşımının, AB’nin parçalanmayı önlemek için birliğe öncelik vermesi gerektiğini vurguladığını belirtmekte fayda var. Borell, mevcut konjonktürel gelişmeler göz önüne alındığında Putin’in Ukrayna’daki savaşı kazanmasının engellenmesinin ve Gazze’deki trajediye son verilmesinin önemini vurguladı. Bu açıklamalar Gazze’deki çatışmanın çözümünde ve AB projesinin olası zararlardan korunmasında büyük önem taşıyor.
Ancak AB’nin Gazze’ye de Ukrayna’dakiyle aynı hızda uluslararası yaptırımlar uygulamasını gerektirmez mi? Yoksa AB değerleri çerçevesinde siyasi bir yaklaşımla yaklaşık 77 gün boyunca sivil ölümlerinin önüne geçilemez miydi?
Bugün Gazze’de masum çocukların katledilmesiyle, İkinci Dünya Savaşı’ndaki yıkıma benzer bir süreç yaşanmakta ve AB ruhunun öldüğü varsayımına yol açmaktadır.