Batı medeniyeti kurulduğu günden bu yana insanlık için hiçbir zaman iyi bir hayal kurmamıştır. Bir kültür sömürgeciliğe, yasadışı paraya ve başkalarının haklarını gasp etmeye dayandığında, bu tür haksız kazançların kışkırtılması onu her zaman takip eder.
Çağdaş İslam düşüncesinin en etkili temsilcilerinden Endonezyalı filozof Seyyed Muhammed Naquib el-Attas, yıllar önce Batı, bilim ve teknoloji arasındaki ilişkiyi tartışırken verdiği bir konferansta çarpıcı bir açıklama yapmıştı: “Batılılar susamıştı ve Susadıklarında deniz suyu içtiler. Deniz suyu içtikçe susuzlukları arttı, giderek daha fazla içtiler. Bu da artık tuzlanmaya yol açtı.”
Medeniyetin kuruluş çağında Uzakdoğu, Asya ve Afrika ülkelerini sömürgeleştiren Batılı güçler, bir yandan halklarını refah içinde yaşatırken, diğer yandan geri kalan halkların sefaletini planladılar.
Bugün Afrika ülkeleri kendilerini yavaş yavaş sömürgeciliğin kalıntılarından kurtarıyorlar. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Rusya, ulusal devlet kimliğini adım adım yeniden öne sürüyor. Çin, özellikle yurt içi ihtiyaçların yanı sıra küresel talebe de hizmet eden üretim ekonomisi sayesinde uluslararası rekabette ve jeopolitikte önemli bir rol üstlenmeye başladı.
Türkiye, Afrika devletleri ya da Uzak Doğu ve Asya ülkeleri gibi önceden belirlenmiş bir kadere mahkum edilmedi. Sömürge imparatorluğu çeşitli milletlere kaderler çizdiği gibi, Türkiye’ye de bir kader tasavvur etti. Bir ulus devlet olarak Türkiye, laiklik-dincilik tartışması, terörizm, Kürt sorunu, Alevi-Sünni çatışması gibi iç sorunlarla boğuşmakta ve planladıkları Türkiye asla gözlerini dış dünyaya açamayacaktır.
Sömürgeci güçler hayal ettikleri bu küçük Türkiye’ye bir aydın sınıfı ve bir yönetici sınıf yetiştirdiler. Bugün Batı yanlısı ya da NATO yanlısı aydınlara baktığımızda Türkiye’de iç meseleleri kaşımaktan ve iç sorunları derinleştirmekten başka bir oluşum ve motivasyona sahip olmadıklarını görüyoruz.
On yıllık terörizm tehditleri ve siyasi zorluklar
2010 yılında Türkiye ile ABD arasında gerginleşen ilişkiler ve ittifakların işe yaramadığının anlaşılması uyuyan devi uyandırdı. Ne yazık ki, Türkiye politikalarını uygulamaya başlayınca, 40 yıldır ülkemizle uğraşan PKK’nın bırakın terör faaliyeti yapmayı, bir anda “çukur eylemleri” ile bölgesel işgal girişiminde bulunması talihsiz bir durumdur. Aynı zamanda İngiltere ve ABD’nin ortak örgütü olan DEAŞ, Türkiye’yi hemen düşman olarak tanımlayıp saldırıya geçti. Bu da yetmezmiş gibi Gülen Terör Örgütü (FETÖ) ülkede darbe girişiminde bulundu.
Tüm bu tehditleri doğru okuyan Türk devleti, tarihi geçmişi, müktesebatı ve güçlü ordusuyla terör tehditlerine ülke dışında karşılık verme kararı aldı. Türkiye’nin hem Irak’ta hem de Suriye’de doğrudan muhatabı ABD ya da Rusya Federasyonu’ydu.
Tarihin en saçma terör örgütü ve bir Amerikan yalanı olan DEAŞ’la ilk mücadele eden Türkiye oldu. Eğer Türkiye’nin o zamanki uluslararası ilişkileri etkili olsaydı, tek başına DEAŞ yalanını ortaya çıkarmak bile Türkiye’yi küresel anlamda çok haklı bir konuma getirebilirdi. Türk ordusu DEAŞ’la mücadele ederken Batı medyası Türklerin kendilerine yardım ettiğini yazıyordu. Günümüz küresel denklemlerinin nirengi noktasında bulunan Türkiye, çıktığı yoldan hiçbir zaman geri dönmedi.
Türk dayanıklılığı
Türklerin tarihine baktığımızda Orta Asya’dan başlayarak adım adım Batı’ya doğru ilerlediklerini ve Anadolu’yu kendilerine yurt edindiklerini görüyoruz. Gezegendeki mükemmel strateji anlayışına sahip, tarihin en iyi savaşçı milletlerinden biri olan Türkler, aynı zamanda devlet kurma ve sürdürme geleneğine de sahiptir. Bu bağlamda terör örgütleriyle mücadelede askerlerimizin şehit olması ülkeyi bir süre şok etti. Bu girişimler, küresel güçlerin vekil araçları aracılığıyla Türkiye’yi yerleşik rotasından saptırmak için planlanıyor olabilir.
Ancak ne Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne de güvenlik güçleri bu konuda geri adım atmaya niyetli değil. Türkiye, bu tür krizlerde geri adım atmak şöyle dursun, nüfuzunu ve gücünü artırmayı, rakipleri ve onları destekleyen kurumlar üzerindeki baskıyı artırmayı hedefliyor.
Dünya yavaş yavaş çok kutuplu bir dünyaya doğru evriliyor. Soğuk Savaş dönemi ve ABD’nin dünyanın tek koruyucusu olduğu dönem bitti. Rusya’ya karşı Batı hegemonyasının tamamen desteklediği Ukrayna Savaşı, öyle ya da böyle Batı’nın yenilgisiyle sonuçlanmış görünüyor.
İsrail’in bir avuç Filistinliye yönelik saldırısında İsrail askerleri sahada Hamas tarafından yenilgiye uğratıldı. Batılı devletlerin artık hiçbir grubu terörist ilan edip tasfiye etme gücü yoktur.
Artık dünyanın her yerinde gerçek teröristlerin kim olduğu, ABD ve İsrail’in terörist ilan ettiği teröristlerin mi, yoksa bizzat Washington ve İsrail’in mi olduğu sorgulanıyor.
Adalete, hukuka, insan haklarına, başka hiçbir değere inanmayan, kurulduğu günden bu yana evrenin kanını emen, Afrikalıları, Asyalıları öldüren, tüm ulusları yoksul bırakan Batı’nın hiçbir değeri kalmamıştır. artık bu imparatorluğu sürdüremeyecek.
Söz konusu Türkiye olunca Türkiye nüfuzunu genişletecek, ekonomisini büyütecek, ordusunu güçlendirecek. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın girişimleriyle Batı’nın Türkiye üzerindeki teknolojik tekeli geride kaldı. Türk savunma sanayii artık kendi kendine yeterli hale geldi ve en gelişmiş ülkelerle bile rekabet edebilir hale geldi.
Türkler tarih boyunca büyük seferlere çıkmışlar ve asla pes etmemişlerdir. ‘Türkiye Yüzyılı’ sadece bir daralma değil, aynı zamanda bir genişleme, nüfuz ve güçlenme seferberliğidir. Türkiye bu kampanyadan vazgeçmeyecek.