Son iki haftadır tüm dünya nefesini tutarak İsrail-İran gerilimini izliyor.
Uluslararası toplum, 1 Nisan’da İsrail’in Şam’daki İran Büyükelçiliği’ne düzenlediği ve aralarında iki generalin de bulunduğu Devrim Muhafızları’nın (IRGC) yedi üyesinin hayatını kaybettiği saldırının ardından, İsrail’in İran Konsolosluğu binasına yönelik iddiasız saldırısına İran’dan bir yanıt bekliyordu. Altı kişiyle birlikte Suriye ve Lübnan’daki operasyonlara liderlik ediyor. İranlı yetkililer İsrail saldırısına sert karşılık vereceklerini açıkladı.
İran’ın yanıtı geçen Cumartesi günü geldi. İran, İsrail’e 300’den fazla insansız hava aracı ve füze fırlattı. Bu insansız hava araçları ve füzeler, çoğu İsrail ve müttefikleri olan ABD, İngiltere, Fransa ve Ürdün tarafından engellendiği için İsrail tarafında yalnızca küçük bir hasara neden oldu.
İran ile İsrail arasında tam olarak ne oldu? Son gerginlik nasıl başladı? Bu kısa yazıda, uluslararası ilişkilerin tüm devletler tarafından dikkate alınması gereken çeşitli evrensel yol gösterici ilkelerinin altını çizmeye çalışacağım.
Gerginliğin İsrail’in Şam’daki İran diplomatik kompleksine saldırmasıyla başladığını tüm dünya biliyor. Uluslararası gelenek ve uluslararası hukukun temel ilkelerine göre, uluslararası ilişkilerin en eski uygulamalarından biri olan diplomatik binalar ve kişiler diplomatik dokunulmazlığa sahiptir.
Diplomatik dokunulmazlığı
Ülkelerini yurt dışında temsil eden diplomatlar, siyasi gerginlikler ve silahlı çatışmalar sırasında bile diplomatik görevleri süresince diplomatik dokunulmazlıktan yararlanırlar. Diplomatik dokunulmazlığın temel ilke ve uygulamaları, modern uluslararası ilişkilerin en önemli temel taşlarından biri olarak kabul edilen 1961 Diplomatik İlişkiler Viyana Sözleşmesi’ne uygundur. Birleşmiş Milletler’in hemen hemen tüm üyelerinin imzalayıp onayladığı Viyana Sözleşmesi, BM sisteminin en başarılı araçlarından biri olarak kabul ediliyor.
Viyana Konvansiyonu’na göre diplomatik misyon binaları, büyükelçilikler ve konsolosluk binaları dokunulmazdır ve ev sahibi ülke tarafından girilmemelidir. Ev sahibi ülke hiçbir zaman mülkü aramamalı ve belgelerine veya mülküne el koyamaz. Ev sahibi ülke, misyonu izinsiz giriş veya hasardan korumalıdır (Madde 22). Bu hüküm, diplomatik ajanların özel konutlarını dahi kapsamaktadır (Madde 30).
Bu kısa hukuki tanımdan sonra İsrail’in son saldırısını ve İran’ın tepkisini tartışabiliriz. İran’ın diplomatik misyonunu hedef almak, İsrail’in savaşı Orta Doğu’ya genişletme yönünde attığı yeni bir adımdı. Böylelikle Batılı halklar da dahil olmak üzere uluslararası toplumun artan baskısı altındaki İsrail hükümeti, dünyanın dikkatini Gazze’den uzaklaştırmak istiyor. Nitekim İran’ın saldırısı kısa süreliğine de olsa dünyanın dikkatini Gazze Şeridi’nde çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 33 binden fazla insanın ölümü üzerine çevirdi. Bu niyetin bir sonucu olarak İsrail, 7 Ekim saldırısından ve verdiği acımasız tepkiden bu yana Suriye ve Lübnan’da İran’ın vekil aktörlerini hedef alıyor.
Batılı ülkeler İsrail’in İran Konsolosluğu binasına yönelik saldırısını bile kınamadı. Örneğin ABD Başkanı Joe Biden yönetimi sorulduğunda Şam’daki konsolosluk bombalamasını kınamayı reddetti. Yani saldırı İsrail’in bir başka kırmızı çizgi ihlali olarak kayıtlara geçti. Ancak tüm Batılı ülkeler, İran’ın İsrail’e yönelik insansız hava aracı saldırısını şiddetle kınadı. Hatta birçok Batılı siyasetçi İsrail’i sebepsiz saldırganlığın kurbanı olarak resmetti. Böylece İsrail’in uzun süredir devam eden ihlallerine tamamen kayıtsız kalıyorlar. Batılı ülkeler, Gazze’deki zulümlerini durdurması için İsrail’e baskı yapmasına rağmen İsrail’e desteklerini artırdı.
İsrail’in siyasi manevraları
İsrail’in dünyanın dikkatini Gazze’den uzaklaştırma ve Batılı müttefiklerinden daha fazla destek alma çabaları sonuç vermiş gibi görünüyor. Batılı ülkeler daha fazla destek sağlayarak İsrail hükümetini Filistin topraklarında daha fazla suç işlemeye teşvik etmeye devam ediyor. Tüm bu adımlarla İsrail uğruna ulusal çıkarlarının yanı sıra temel evrensel insan hakları ilkelerini ve ahlaki değerleri de feda etmeye devam ediyorlar.
İsrail, uluslararası hukukun birçok önemli ilkesini ihlal etti. Her şeyden önce Suriye devletinin ulusal egemenliğini ihlal etmiştir. İsrail, Filistin topraklarının yanı sıra, Lübnan ve Suriye başta olmak üzere komşularının ulusal egemenliğini de ısrarla ihlal ediyor. İkincisi, İsrail diplomatik dokunulmazlığa sahip olan İran Konsolosluğu binasını vurdu. Dolayısıyla Viyana Sözleşmesinin bazı temel ilkelerini ihlal etmiştir.
Öte yandan İsrail’in kışkırttığı İran tarafı ise tepkisinin meşru müdafaa hamlesi olduğunu dünyaya açıkladı. İran’ın BM Büyükelçisi, ülkesinin İsrail’e yönelik insansız hava aracı ve füze saldırısının “İran’ın doğuştan gelen meşru müdafaa hakkının bir uygulaması” olduğunu söyledi. İran ve destekçileri, İran’ın İsrail’in İran Konsolosluğu’nu bombalamasına tepki olarak iddia ettiği İsrail saldırısının ardından İsrail’i diplomatik bir binayı hedef aldığı için kınamayan Batılı ülkelerin çifte standardına dikkat çekti. Bu arada son saldırı, İsrail’in konsolosluğuna yönelik saldırısına yanıt olarak İran’ın İsrail’e yönelik ilk doğrudan saldırısı oldu.
Sonuç olarak, Batı yanlısı ve İsrail yanlısı anlatılar uluslararası ilişkilere hakim olmaya devam ediyor. Ancak İsrail’in kitlesel katliamlarını izleyen ve sivilleri hedef alan Batı yanlısı anlatı giderek etkisini kaybediyor. BM toplantısında birçok ülke İran’a destek verdi. Hatta Batı’da kamuoyunun geniş bir kesimi bile kendi hükümetlerini giderek daha fazla eleştirmeye başladı. Uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk ilkelerinin tek taraflı uygulanması veya yorumlanması artık uluslararası toplum tarafından kabul edilmeyecektir. Dünyanın Batılı ve Batılı olmayan kamuoyu artık Batılı hükümetlere güvenmiyor. Son iki haftadaki gelişmelere bakıldığında, kışkırtılan İran’dan ziyade İsrail ve destekçilerinin suçlu olduğu görülüyor.