Son gelişmeler, Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleştirilmesine yönelik devam eden tartışmaları tekrar ön plana çıkardı. Suriye Haber Ajansı’na göre Suriye lideri Beşşar Esad, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in özel temsilcisi Aleksandr Lavrentiev ile görüşmesinin ardından, “Suriye, ülkenin tüm toprakları üzerindeki egemenliği ve terör ve terör örgütleriyle mücadele temelinde Suriye-Türkiye ilişkileri için tüm girişimlere açıktır.” dedi. Benzer şekilde, Suriye Haber Ajansı, Lavrentiev’in Rusya’nın Suriye-Türkiye ilişkileri için tüm girişimleri desteklediğini söylediğini aktardı ve ekledi: “Başarılı arabuluculuk için koşulların her zamankinden daha elverişli olduğunu görüyoruz. Rusya, müzakereleri ilerletmek için çalışmaya hazır. Amaç, Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkileri yeniden tesis etmekte başarılı olmak.”
Ardından 28 Haziran’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok net bir açıklama yaptı: “Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmemesi için hiçbir neden yok” ve ekledi: “Geçmişte nasıl birlikte hareket ettiysek, aynı şekilde hareket edeceğiz. Suriye’nin içişlerine karışmak gibi bir sorunumuz olamaz.”
İkinci büyük gelişme ise farklı bir bağlamda yaşandı. Bu açıklamaların ardından sosyal medyada, Türkiye’nin muhafazakâr ve milliyetçi ili Kayseri’de bir Suriyeli sığınmacının Suriyeli bir sığınmacı kıza “cinsel tacizde bulunduğu” iddiaları yayıldı. Bu iddialar kitlesel gösterilere ve şiddete yol açtı. Sabah saatlerinde Suriyeli sığınmacılara yönelik ciddi saldırılar yapıldığı ortaya çıktı. Aynı gün Suriye’nin kuzeyinde Türkiye karşıtı gösteriler düzenlendi. Türk bayraklarına saldırıldı, Suriye Milli Ordusu içindeki bazı askeri gruplar Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) saldırdı. Suriye’deki olaylar Kayseri’deki olaylara tepki olarak görülse de asıl nedenlerden biri Erdoğan’ın “normalleşme” açıklamalarıydı. Son gelişme ise ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Esad’la görüşmek üzere Şam’a gideceğinin açıklanması oldu.
Türkiye-Suriye ilişkilerindeki son gelişmeler, sözde normalleşme sürecinin yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor. Şu ana kadar vurgulayabildiğimiz bazı temel noktalar şunlardır:
- Türkiye ile Suriye arasında devam eden diplomatik temaslar hız kazandı.
- Rusya, Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik temas sürecini yönetmede önemli bir aktör olmaya devam ediyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Moskova ziyareti sırasında Putin ile görüşmesinin ardından yaşanan etkileşimler bu diplomatik etkileşimi hızlandırdı.
- Erdoğan ve Esad’ın açıklamaları ve devam eden arka kanaldan diplomatik temaslar dikkate alındığında, liderler arasında bir görüşme için hazırlıkların sürdüğü görülüyor.
- Rusya’nın yanı sıra Irak da Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik sürecin hızlanmasına yardımcı oluyor. Körfez ülkelerinin de bu sürece dahil olduğu görülüyor.
- Rusya ve Arap ülkelerinin teşvikiyle Esad yönetiminin Türkiye ile ilişkileri yeniden kurma konusunda daha istekli olduğu görülüyor.
- Türkiye’deki mülteci algısı her geçen gün kötüleşiyor. Ekonomik kriz ve diğer faktörler göz önüne alındığında, Türkiye’deki Suriyeli mültecilere yönelik hoşgörü eşiği önemli ölçüde aşındı. Buna birçok neden katkıda bulunuyor, ancak öne çıkanlardan biri, popülist siyasi söylemin halkı sığınmacılara karşı harekete geçirme potansiyelinin artması.
- Sığınmacılara ilişkin bilgi ortamı manipülasyona ve dezenformasyona karşı oldukça hassastır. Sosyal medya platformlarında Suriyeli sığınmacıların kimliğine ilişkin paylaşılan bilgiler, bu ortamın aynı zamanda istihbarat amaçlı kullanıldığını göstermektedir.
- Türkiye-Suriye normalleşmesine yönelik toplumsal destek değişiyor. Türkiye’de bir miktar halk desteği olsa da, Esad ile normalleşmeye karşı çıkanlar da var. Suriye tarafında, aktörler değişse de, normalleşmeye yönelik destek çok az.
- İki ülke arasındaki diplomatik temas devam eden bir süreç olarak görülüyor. Tarafların hiçbiri sorunların hızla çözülmesini beklemiyor.
Tartışmalı bir kavram
Yukarıdaki dinamikleri göz önünde bulundurarak, Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik süreç zorlu ve meşakkatli olacaktır. Bu sürecin etkili bir şekilde yönetilebilmesi için gerçekçi beklentilerin sürdürülmesi ve sahadaki gerçeklerle uyumlu bir yol haritası oluşturulması hayati önem taşımaktadır. Bu bağlamda, normalleşme kavramının Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik teması tanımlamak için uygun bir terim olmadığını düşünüyorum. Bunun için birkaç nedenim var:
Normalleşme, genellikle iki istikrarlı varlık arasında mümkün olan bir süreci ifade eder. Esad ülkesinin sadece beşte ikisini kontrol ediyor ve Suriye dört kontrol bölgesine bölünmüş durumda. Bu nedenle, Esad siyasi olarak Suriye’yi bir bütün olarak temsil etmiyor. Suriye ekonomisi tamamen çöktü ve rejim, özellikle uyuşturucuları içeren kâr alışverişlerine dayalı bir ekonomi kurdu. Bazı kaynaklar, Esad yönetiminin orta büyüklükteki bir uyuşturucu devletinin gelirleriyle ayakta kaldığını öne sürüyor. Normalleşme, önceki bir duruma geri dönmeyi ima ediyor; bu da Türkiye-Suriye ilişkileri durumunda, 2011 öncesi statüye geri dönmek anlamına geliyor. Bu çok yüksek bir beklenti ve yapısal olarak gerçekleştirilmesi neredeyse imkansız. Türkiye-Suriye diplomatik temasının mantığı ve kapsamı, Türkiye’nin Körfez ülkeleri veya Mısır ile normalleşme sürecinden önemli ölçüde farklıdır. Türkiye ile Mısır veya Körfez ülkeleri arasında hiçbir zaman toprak çatışması yaşanmadı. Türkiye-Suriye durumu tamamen farklıdır.
Bu değerlendirmeler göz önüne alındığında, Türkiye-Suriye diplomatik temas sürecini normalleşme olarak etiketlemek doğru değildir. Bunun yerine, “diplomatik angajman” gibi başka bir kavramla tanımlamak daha uygun olacaktır. Yeni bir kavram, her iki tarafa da süreci daha etkili bir şekilde yönetmek için gereken esnekliği sağlayabilir.
Zor konular
Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik diyalog süreci, terörle mücadele, mültecilerin geri dönüşü, BM Güvenlik Konseyi (BMGK) 2254 sayılı Kararı temelinde bir çözüm ve Türkiye’nin desteklediği Esad ile muhalefet arasında uzlaşma gibi birçok karmaşık konuyu içeriyor. Tüm bu konular karmaşıktır ve dikkatli bir süreç yönetimi gerektirir. En önemlisi, Suriye’deki sorunların çok boyutlu ve çok taraflı doğası göz önüne alındığında, mevcut sorunlar daha da karmaşıktır.
Türkiye için terörle mücadele birinci öncelik olup, PKK terör örgütünün Suriye kolu YPG’nin Türkiye ve Suriye’nin toprak bütünlüğü için bir tehdit olmaktan çıkarılması hedeflenmektedir. Bu hedef, Suriye’de PPK/YPG’nin olmadığı bir denklem anlamına gelmektedir. Suriye ile Türkiye arasındaki diplomatik temaslar çerçevesinde bu konuda henüz bir ilerleme kaydedilememiş olsa da bu, ilerleme olmayacağı anlamına gelmemektedir. Esad yönetimi için PPK/YPG de bir tehdittir ancak Türkiye’nin yaklaşımıyla karşılaştırıldığında Esad için bu bir beka meselesidir. Bu nedenle terörle mücadele Esad için bir öncelik değildir. Ayrıca Esad’ın terörle mücadele için mevcut kapasitesi yetersizdir. Bu yetersizlik, Suriye’yi özellikle PKK/YPG’ye karşı mücadelede Türkiye ile işbirliği yapmaya zorlamaktadır. Fırat’ın batısındaki PKK/YPG varlığı açısından Türkiye ile Suriye arasında ortak bir süreç yürütülebilir. Ancak Fırat’ın doğusundaki durumun daha karmaşık olduğu bilinmektedir.
Mültecilerin dönüşü, dikkatle ele alınması gereken bir diğer kritik konudur. Bu süreç, sahadaki zorlu koşullar göz önünde bulundurularak geri dönen mültecilerin güvenliğini ve onurunu sağlayacak şekilde ele alınmalıdır. Sığınmacıların tam olarak nerede, hangi koşullar altında ve ne zaman geri döneceği konusunda netlik yoktur. Birçok mültecinin geri dönebileceği bir evi yoktur ve geri dönenler genellikle aileleriyle birlikte, özellikle Halep’te, İranlı Şii milislerin yanında yaşamaktadır. İran, Suriye’de açıkça mültecilerin geri dönüşünü zorlaştıran bir demografik değişim politikası uygulamaktadır. Suriye altyapısı büyük ölçüde tahrip olmuştur ve henüz mültecilerin geri dönüşü için uygun değildir. Suriye’de günlük yaşamı sürdürecek ekonomik bir düzen yoktur. Daha da önemlisi, birçok mülteci Esad yönetimi altındaki bölgelere geri dönmek istememektedir. Türkiye’deki sığınmacıların önemli bir kısmı, Esad kontrolündeki bölgelere kesinlikle geri dönmek istemediklerini belirtmektedir. Esad rejiminin mültecilerin geri dönüşünü kolaylaştırma isteği son derece zayıftır. Rejimin odak noktası, mültecilerin geri dönüşleri için elverişli koşullar yaratmaktan ziyade kontrolü sağlamlaştırmak ve acil güvenlik endişelerini gidermek olmuştur. Suriye’nin harap olmuş altyapısı ve çökmüş ekonomisi önemli zorluklar sunmaktadır. Yeniden inşa çabaları yavaş olmuştur ve temel hizmetlerin ve ekonomik fırsatların eksikliği mültecilerin geri dönmeyi düşünmesini zorlaştırmaktadır.
Özetle, sığınmacıların geri dönüşü önemli zorluklar içeren çok yönlü bir konudur. Sürdürülebilir bir çözüm, yerel altyapısal, ekonomik ve politik gerçekliklerin ele alınmasını ve mültecilerin geri dönmeye istekli ve güvenli olmasının sağlanmasını gerektirir.
Suriye’de ateşkes ve siyasi çözüm çağrısı yapan BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı Kararı temelinde bir çözüm, uzun vadeli barış ve istikrarın sağlanması için elzemdir. Bu karar, müzakereler ve Suriye’nin nihai yeniden inşası için bir çerçeve sunmaktadır. BM Güvenlik Konseyi ve Esad rejiminin Türkiye destekli muhalefetle ilişkilerine yönelik yaklaşımları göz önüne alındığında, Türkiye-Suriye diplomatik diyaloğunun uzun zaman alacağı anlaşılmaktadır. Bunun nedeni, uluslararası toplumun 2254 sayılı Kararı büyük ölçüde unutmuş olması ve Cenevre sürecinin işlevselliğini yitirmiş gibi görünmesidir. Ukrayna ve Gazze’de devam eden çatışmalar göz önüne alındığında, uluslararası aktörlerin 2254 sayılı Kararı yeniden canlandırması olası değildir. Bu nedenle, Türkiye-Suriye diplomatik temasının, öncelikle terörizm ve mülteciler konularına odaklanarak ikili bir temelde ilerleyeceği anlaşılmaktadır.
Süreç yönetimi
Türkiye-Suriye diplomatik teması hassastır ve dikkatli bir şekilde ele alınmasını gerektirir. Beklentileri yönetmek, Esad yönetiminin taktiklerini ele almak, İran’ın rolünü göz önünde bulundurmak ve muhalefetle etkili iletişim sağlamak, bu kırılgan sürecin başarısı için kritik öneme sahiptir. Her iki taraf da sözde normalleşme sürecinin sorunlarını hızla çözeceğini düşünmektedir. Ancak, kamuoyunun beklentilerini yönetmek ve destek toplamak için sürecin uzun olacağını iletmek hayati önem taşımaktadır. Terörizm ve mülteciler gibi konular birkaç toplantıda çözülemez. Esad rejimi, anayasa yazma sürecinde ve Arap Birliği üye ülkeleriyle normalleşmede görüldüğü gibi, meşruiyet kazanmak için normalleşmeyi bir taktik olarak kullanmaktadır. Esad’ın süreci uzatması ve sonunda gerçek müzakereler arama kisvesi altında süreci kesmesi yüksek bir olasılıktır. Tahran, Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik temasları desteklese de, mevcut sorunlarda kendi öncelikleri ve çıkarları vardır. İran, çıkarlarını önceliklendiren bir politika izleyebilir ve potansiyel olarak süreç yönetimini zayıflatabilecek hamleler yapabilir. Türkiye muhalefeti sürecin merkezi bir parçası haline getirdi, bu da diplomatik düzeyde daha sağlıklı bir iletişim stratejisini gerekli kılıyor. Bu olmadan, geçen hafta yaşananlara benzer olayların yaşanması kaçınılmaz.
Türkiye-Suriye diplomatik temasları hızlanmış gibi görünüyor, ancak henüz yolun başındayız. Bu uzun bir süreç olacak ve bu sürecin yönetimi, sürecin kendisinden bile daha önemli olacak.