Türkiye, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana, özellikle son on yılda, pek çok hayati zorlukla karşı karşıyadır. Türkiye bu zorlukları müttefikleriyle birlikte aşmaya çalıştı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetlerinin ilk on yılında Ankara ile Batılı müttefikleri arasında yüksek düzeyde bir işbirliği vardı.
Bu dönemde NATO ittifakının tek Müslüman üyesi olan Türkiye, 2004 yılında ilk NATO zirvesine ev sahipliği yaptı. Üyelerin dünya çapında uluslararası terörle mücadele etme kararı alması, terörün en çok hedef aldığı ülkelerden biri olan Türkiye için oldukça anlamlıydı. . Ayrıca ittifak, etki alanını Avrupa’nın ötesine, yani Afganistan’a kadar genişletmeye karar verdi. Bu kararlar ittifakın tarihinde, özellikle Türkiye açısından bir dönüm noktasına işaret ediyordu. Ayrıca Avrupa Birliği, Türkiye ile katılım müzakerelerine 2005 yılında başlamış ve beş yıl içinde 13 fasıl açılmıştır.
Tam üyeliğe aday bir ülke olan ve 1995 yılında AB ile gümrük birliği kuran Türkiye’yi çoğu Batılı siyasetçi ve akademisyen, Batı dünyasının en önemli stratejik ortaklarından biri olarak görüyor. Pek çok Türk ve Batılı akademisyen Ortadoğu’nun ve Müslüman dünyasının demokratikleşmesine yönelik “Türk modeli” hakkında yazılar yazdı. Bu on yılda Türkiye’ye dair oldukça olumlu bir algı vardı.
Ancak uluslararası sistemdeki dönüşümler ve son dönemdeki bölgesel gelişmeler sonrasında Türkiye ile Batılı müttefikleri arasındaki ilişkiler dramatik bir şekilde değişti. Türk-Batı ilişkilerini olumsuz etkileyen en önemli gelişmeler arasında ABD hegemonyasına karşı yeni meydan okumaların ortaya çıkması, AB’nin karşı karşıya kaldığı krizler ve Ortadoğu’da patlak veren krizler yer aldı. Çin’in yükselişi ve Rusya’nın uluslararası politikaya dönüşü ABD’nin Orta Doğu’dan çekilmesine yol açarken, AB’nin yaşadığı krizler Türkiye’nin örgütlenmesinin içe dönük bakılmasına ve yabancılaşmasına neden oldu.
Arap ayaklanmaları
Özellikle 2011’de Arap isyanlarının patlak vermesinin ardından Batılı ülkelerin çoğu, esas olarak Türkiye ile Batı’nın Orta Doğu’daki gelişmelere bakış açılarındaki farklılıklar nedeniyle Türkiye’yi ötekileştirmeye ve yabancılaştırmaya başladı. Batı dünyasında ve Türkiye’de yaşanan değişimler, Türk-Batı ilişkilerinin yeniden tanımlanmasını gerektirdi. Batılı ülkeler bir yandan Türkiye ile ilişkilerini yeniden yapılandırmayı reddettiler. Öte yandan Türkiye, Batı dünyasıyla ilişkilerini yeniden şekillendirme kararlılığını ortaya koydu.
Bu siyasal ötekileştirmenin ardından pek çok Türk ve Batılı akademisyen de Türkiye’yi ötekileştirmeye ve ötekileştirmeye başladı. Bir anda “Türk modeli”ni unutup, Türkiye’yi dünyanın en otoriter ülkelerinden biri saymaya başladılar. Pek çok Türk ve Batılı akademisyen, Türkiye değerlendirmelerinde bir kez daha Batılı siyasetçilerin izinden gitti. Pek çok akademik platform Türkiye’nin Batı’da ötekileştirilmesine gerekçe sunmaya çalıştı. Böylece bir kısır döngü yaratıldı ve kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet onların algısına hakim oldu.
Pek çok yerli ve yabancı gözlemci, Türk dış politikasındaki son dönemeci bu önermelerden yola çıkarak yorumlamaya çalışıyor. Pek çok Batılı ve Türk akademisyen Türkiye’nin Batı’ya sırtını döndüğünü iddia ediyor. Aynı grup, Türkiye’nin Batı karşısında özerkliğini artırmaya çalışırken, Batı dışı ülkelere, yani Rusya ve Çin’e büyük ölçüde bağımlı hale geldiğini de öne sürüyor.
Ancak iddialarını ağırlıklı olarak Türk tarafındaki gelişmelere dayandırıp madalyonun diğer (Batı) tarafını görmezden geliyorlar. Türkiye karşıtı politikalardan Batılı ülkeleri sorumlu tutmak istemiyorlar. Batı-Türk ilişkilerini gerçek anlamda akademik açıdan incelerlerse, Türkiye’nin doğuya doğru attığı adımların çoğunun Batı ülkelerindeki Türk karşıtı politikaların nedeni değil, sonucu olduğunu göreceklerdir. Mesela Türkiye’nin Rusya’dan S-400 satın alması, ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye hava savunma sistemi sağlamayı reddetmesinin ardından geldi. Başka bir deyişle, Türkiye’nin dünyanın Batılı olmayan kesimiyle gelişen ilişkileri, Ankara’nın Batılı müttefikleri tarafından ötekileştirilmesinin doğrudan bir sonucuydu.
Yanlış anlaşılmaların nedenleri
Bu yanlış anlaşılmanın iki temel nedeni var gibi görünüyor. Öncelikle Batılı gözlemciler Türkiye’de olup biteni bilmiyor. Çoğu Batılı siyasetçi ve akademisyen Türkiye’yi kendi hükümetlerine karşı son derece ön yargılı olan hükümet karşıtı akademik ve medya kaynaklarından takip ettiğinden, ülke içindeki gelişmeleri takip edemiyorlar. Bu yanlış bilginin en güzel örneğine 2023 seçim kampanyası sırasında tanık olduk. Bazıları trol gibi davranan muhalif akademik isimler, kendi isteklerini yansıtarak Batılı çevreleri yanlış bilgilendirdiler. Batı’da mevcut hükümetin seçimleri kaybedeceğine dair umutlar arttı.
İkinci neden ise Türk dış politikasındaki son dönemecin kasıtlı olarak yanlış yorumlanmasıdır. Bir yandan aşırı milliyetçiliğin, ırkçılığın ve İslam karşıtlığının yükselişiyle birlikte çoğu Batılı siyasetçi ve akademisyen siyasetin radikalleşmesinden etkilenmiş ve buna bağlı olarak kısa vadeli siyasi beklentilerde Türkiye’yi ötekileştirmişlerdir. Nispeten bağımsız bir dış politika izlemeye ve dünyanın birçok yerinde aktif ve etkili olmaya çalışan Müslüman bir ülke olarak Türkiye, ötekileştirilen devletler listesinin başında yer aldı.
Öte yandan, çoğu AK Parti hükümetine şiddetle karşı çıkan Batılı ülkelerdeki Türk akademisyenlerin çoğu, bulundukları ülkeleri memnun etmeye çalışıyor ve Türkiye’deki siyasi gelişmeleri yanlış yorumluyor. Binlerce akademisyen, gazeteci ve sivil toplum kuruluşu (STK) çalışanı Batılı ülkelerde Türkiye karşıtı politikaların propagandasını yapıyor. Çoğunlukla Ermeni ve Rum diasporaları gibi geleneksel Türk karşıtı çevrelerle işbirliği yapıyorlar.
Batı’da ve Türkiye’de güncel gelişmelerin yönü dikkate alındığında, yakın gelecekte iki taraf arasındaki ikili ilişkilerin ağırlıklı olarak siyasi odaklı bu akademik analizler tarafından zehirlenmeye devam edeceği görülüyor. Doğal olarak ikili ilişkilerde rasyonelliğin ortadan kaldırılması, Türkiye ile Batılı müttefikleri arasında daha fazla yanlış anlamalara yol açacaktır. Bu yanlış anlaşılmanın maliyetinin her iki taraf için de yüksek olacağını söylemeye gerek yok.