Küresel güç mücadelelerinin ve artan belirsizliğin tırmandığı bir dünyada, en önde gelen uluslararası örgüt olan Birleşmiş Milletler, yaklaşan Genel Kurul’da bir kez daha ilgi odağı olacak. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, her Eylül ayında düzenlenen yıllık New York toplantısında adet olduğu üzere, katılmaktan kaçınacaklar.
Son haftalar, ülkeler arasındaki jeopolitik rekabetin uluslararası ve bölgesel kurumlar aracılığıyla nasıl ortaya çıktığını canlı bir şekilde gösterdi. Rusya’nın Moskova’da Rusya-Afrika zirvesine ev sahipliği yapması, içinde yalnız kaldığı adaletsiz savaşın ortasında yeni ittifaklar kurmayı amaçlıyordu. Buna karşılık Çin, BRICS’e katılmaları için yeni üye ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) davet ederek ABD’ye güçlü bir mesaj gönderdi. Son G-20 zirvesi, Hindistan’ın, Çin’in İpek Yolu girişimine karşı, Hindistan-Arap-Avrupa Koridoru (IMEC) olarak bilinen, ABD ve Avrupa’nın desteğiyle stratejik bir koridor projesi başlatmasına tanık oldu.
BM Genel Kuruluna yaklaştığımız şu günlerde etkili küresel oyuncular stratejik hamlelerini titizlikle yürütürken, liderleri de artık dünya sahnesine diplomatik mesajlar aktarmaya hazırlanıyor. BM, jeopolitik manevra ve rekabetin gölgesinde geleneksel misyonunu sürdürmeye çalışacak. Ancak mevcut yapısı göz önüne alındığında bunu yaparken ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. BM kendisini meşruluk, etkisizlik ve hesap verebilirlik eksikliğiyle karakterize edilen derin bir krizin tuzağına düşmüş halde buluyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra kurulan BM, başlangıçta geçmişten ders alan bir yaklaşımı savundu. Kolektif güvenlik ilkesini küresel istikrara bağladı, çatışmaları en aza indirerek dünya barışını sağlamayı ve galipler arasında dengeyi vurgulayan bir sistem kurmayı hedefliyordu. Güvenlik Konseyi’ne tanınan veto yetkisi, görünürde küresel çatışmaları önlemeyi, mağdurları saldırganlardan korumayı ve önleyici tedbirler yoluyla barışın sürdürülmesini kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Ancak BM için küresel adalet hâlâ ulaşılması zor bir durumdu. Gerçekte, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine tanınan veto yetkisi, “beş büyüklerin” çıkarlarını adalet, verimlilik ve çatışmaların barışçıl çözümünden üstün tutan bir mekanizmaya dönüştü.
Soğuk Savaş sırasında BM, küresel düzenin beş daimi üyesinin stratejik çıkarlarını korumak için faaliyet gösterdi. Çatışmalardan kaçınırken, çıkarlarına uygun olduğu sürece çoğu zaman zayıfları pahasına güçlüleri tercih ediyorlardı. BM’nin bu dönemdeki yasal çerçevesi, İsrail’in Filistin’i işgal etmesi, ABD’nin Latin Amerika’daki kontrgerilla çabalarına verdiği destek, Vietnam Savaşı ve sözde daha büyük uluslararası sistemi istikrara kavuşturmak olarak çerçevelenen diğer birçok örnek gibi politikaları barındırıyordu.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından BM, küresel yönetişimde daha belirgin bir rol üstlendi, ancak değişen uluslararası manzaraya paralel olarak gelişmeyi başaramadı. ABD öncülüğündeki küresel düzende BM, yavaş yavaş stratejik bir kurumdan taktiksel bir “aygıt”a dönüştü. İnsani müdahalelerde önemli rol oynasa da Balkanlar ve Afrika’daki etnik temizliğin durdurulmasında etkisiz kaldı. Daha büyük çaplı katliamları önlemek için BM yerine NATO’nun Kosova’ya müdahale etmesi, BM’nin veto sisteminin işlevsizliğini ortaya koydu.
BM’nin derin krizi
Soğuk Savaş sonrası jeopolitik, siyasi, güvenlik, ekonomik ve sosyal çalkantıların tetiklediği küresel yönetişim krizi, BM’nin başarısızlıklarını ortaya çıkardı. Bugün BM, tarihinde hiç olmadığı kadar derin bir krizle karşı karşıyadır. Bu kriz, örgütün kuruluş ilkelerine doğrudan meydan okuyor ve meşruluğuna ilişkin temel soruları gündeme getiriyor.
Meşruiyet krizi, önemli jeopolitik değişimlere rağmen BM’nin beşli yapıya devam etmesinden kaynaklanıyor. Soğuk Savaş sonrası gelişen uluslararası sistem, yükselen güçlerin beş ülkenin kararlarına uymayı reddettiği çok kutupluluk ile karakterize ediliyor. Bu da BM’nin mevcut jeopolitik güç dengesini yansıtmada yetersiz kaldığını gösteriyor.
Eş zamanlı olarak BM derin bir temsil kriziyle boğuşuyor. Kültürel olarak tek kültürlü olmayı sürdürüyor ve Batı merkezli bir karakter sergiliyor. Etkisizliği bu sorunları daha da artırıyor ve mevcut halini sürdürülemez hale getiriyor. BM çoğu zaman uluslararası krizlerde zamanında harekete geçemiyor, bu da krizlerin daha da kötüleşmesine ve dar çıkarlara yönelik çözümlerin ertelenmesine neden oluyor. Karar alma süreçleri ve kararların krizlerin doğasına uygun hale getirilmesi, BM’nin şeffaf bir kuruluş olarak itibarını zedelediğinden, şeffaflık sorunları BM’nin meşruiyet sorunlarını daha da artırıyor. Böyle bir yapı, küresel sistemde istikrarı sağlama çabasının yanı sıra devletleri kriz çözümüne yönelik mekanizmalarını geliştirmeye de sevk etmektedir.
Özellikle Kovid-19 salgını sonrasında küresel sistemde yaşanan derin çalkantılar, ABD ile Çin arasında yoğunlaşan rekabet ve Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, uluslararası politikada Soğuk Savaş’tan bu yana görülmemiş bir dönüşümün yaklaştığının sinyalini veriyor. Bu dönüşüm, güç dağılımının yeniden ayarlanmasına ve güç merkezinin Batı’dan Doğu’ya kaymasına işaret ediyor. Batı’nın iki yüzyıllık jeopolitik hakimiyeti, Doğu’nun jeopolitik eşitliğinde yeni bir çağ açabilir. Güç dağılımı ve jeopolitik düzende radikal değişikliklerin damgasını vurduğu bu yeni ortaya çıkan dönemde, BM’nin reformu diğer tüm önceliklerin önüne geçerek öncelik taşıyor.
Küresel güç dağılımının hesaba katılmaması ve küresel sorunlara etkili ve adil çözümlerin zamanında üretilememesi, BM’nin meşruiyet krizini derinleştirecektir. Bu kriz, mevcut uluslararası hukuk düzeni içerisinde alternatif normların ortaya çıkmasını ve paralel bir hukuki çerçevenin gelişmesini teşvik edebilir. Siyaset, ekonomi ve güvenlik alanlarında alternatif bölgesel blokların aldığı kararlar şimdiden BM liderliğindeki normların yerini alıyor.
Üstelik, uluslarüstü bir varlık olarak BM’ye güvenmek yerine alternatif bölgesel örgütlerin kurulması, BM’nin etkinliğini daha da zayıflatabilir ve sonunda dağılmasına yol açabilir.
Yaklaşan BM zirvesinde reform konusunu gündeme getirecek tek aktörün Türkiye olmaması muhtemel. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, küresel sistemin meşruiyet krizinin çözümü için BM’de acil reform yapılması gerektiğini vurgulayacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın defalarca dile getirdiği gibi, daha büyük sorunların yaşanmaması için BM’nin bir an önce reforme edilmesi gerekiyor.